BASINDAN

İdlib’de yolun sonu...

Geçtiğimiz hafta İdlib’de Cumhurbaşkanı’nın ifadesi ile durumlar, hiç de Türkiye’nin, daha doğrusu Saray’ın ‘arzu ettiği' gibi gelişmedi.

Arzu edilip de gerçekleşemeyen neydi peki? Sıradan vatandaş bunu biliyor muydu?

Türkiye insanı, Suriye’de bizi yok etmek isteyen teröristlerle savaşıldığını, TC’nin bekası için ülkenin bütün olanaklarının seferber edildiğini ve Suriye’de zaferler kazanıldığını zannediyor.

Gerçi Cumhurbaşkanı 30 Ağustos Zafer Bayramı vesilesiyle yayınladığı mesajında, Ağustos ayının zaferler ayı olduğunu hatırlatarak halkına aynı ay içinde yeni bir zafer vaadetti ama olsun...

Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda da Başkomutan olarak Ağustos ayı çıkmadan vereceği taaruz emriyle TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) Kuzey Suriye sınırından içeri girip teröristleri temizleyecek ve orada bir güvenli bölge kuracaktı.

Sonrasında ülkemize sığınmış olan Suriyeli mültecilerden seçilecek olanlar o bölgelere yerleştirecekti.

İdlib’te ise Rusya, İran ve Şam yönetimine rağmen cihatçı çetelerin o bölgede kalması için her yola başvurulacak ve bölünecek Suriye’nin Kuzeybatı bölgesinde bir cihatçı yapının kurulması için her türlü kirli oyuna başvurulacak, Rusya ve Putin’e gereken tavizler ve rüşvetler verilerek Moskova’nın buna engel olması önlenecekti.

Bu nedenle Erdoğan, özellikle Kuzey Suriye’ye yönelik operasyonu Ağustos zaferleri arasına altın harflerle yazılacak hayırlı bir vaka olarak kabul ettiğini vurgulamıştı.

Aslında Suriye’nin kuzeyi ve doğusundaki böyle bir zaferin içeride ekonomik ve siyasi krizle iyice bunalan iktidara da iyi geleceği düşünülüyordu.

Hatta muhtemelen bu zafer ya da zaferler iktidarının ömrünü uzatacak eylemler olarak değerlendiriliyordu..  

Ama olmadı... ABD buna izin vermedi.

Fırat’ın doğusu için ABD bir plan yaptı ve bunu Ankara’ya da kabul ettirdi ama yürüdüğü söylenen planı iktidarın bakanları bile anlayabilmiş değil!

ERDOĞAN GÜVENLİ BÖLGE İÇİN ÜÇ HAFTA SÜRE TANIDI

TSK belki ABD’nin öngördüğü derinlikte bir bölgeye girebilecek, ama ancak ABD ile birlikte...

Girecek ama, orada terörist(!) falan bulamayacak. Çünkü onlar, Kürtler ve SDG (Suriye Demokratik Güçleri) çekilmeleri gereken yerlerden, çekilmeleri gerektiği kadar çekildiler zaten.

Bu gelişmeler nedeniyle olsa gerek Erdoğan dün yine olanca hitabetiyle ABD’ye yüklendi.

Washington yönetimine birkaç hafta süre tanıyarak Türkiye’nin güvenli bölgeyi tek başına oluşturması gerektiğini, bu gerçekleşmezse kendi planını uygulayacağını duyurdu.

“Bir kere daha”, demek gerekiyor. Çünkü daha önce de değişik zamanlarda benzer tehditler yöneltmişti...

Netice olarak o bölgede bir zafer ihtimali şimdilik söz konusu değil.

Buna karşılık Suriye’nin batısında ise bir yenilginin bütün belirtileri görkemli bir şekilde ortaya çıkmış durumda.

Böyle olmasaydı Cumhurbaşkanı hiç, “Orada işler istediğimiz gibi gitmiyor" der miydi?

Böyle olmasaydı, Rusya’nın açık desteği ile Ankara’nın kontrolündeki cihatçı güçleri püskürtüp, aynı bölgede yer alan TSK’nin gözlem istasyonunu kuşatan Şam güçlerini durdurabilmek amacıyla apar topar Moskova’ya, Putin’den yardım istemeye gider miydi?

Hatta TSK askerlerine yönelik ablukanın kaldırılması ve gözlem noktalarının İdlib’den çıkartılmaması için ricacı olur muydu?   

Ankara açısından durum tam bir hezimet görünümünde?

Moskova buluşmasının Türkiye açısından beklenen sonuçları getirmeyeceğini Erdoğan henüz Moskova’ya hareket etmeden önce bir açıklama yapan Dışişleri Bakanı Lavrov ilan etmişti.

İdlib’deki son gelişmelerde Şam yönetiminin hiçbir kusuru olmadığını, onların bütün anlaşmalara uygun davrandığını belirtmişti. Hatalı olan Türkiye idi...  

(Yani stratejik Han Şeyhun kasabasının Şam yönetimi tarafından ele geçirilmesi, bu bölgede bulunan Türkiye’nin 9 numaralı gözlem noktasının Suriye askerleri tarafından kuşatılması, takviye amacıyla bölgeye gönderilen bir TSK konvoyunun Rus uçağı tarafından vurulması ve konvoya rehberlik yapan Türkiye destekli cihatçı çetelere mensup bazı liderlerin öldürülmesi ve Rusya destekli Şam operasyonlarının devam etmesi...)       

İDLİB’İN CİHATÇILARI TÜRKİYE’NİN KAPISINDA

Gerçekten de Erdoğan-Putin buluşmasına İdlib meselesi değil de iki liderin Moskova’daki silah fuarında Rusların F-35’lerine rakip olarak tanıtılan yeni savaş uçağı SU-57’nin önündeki diyalogları damgasını vurdu.

Büyük bir ihtimalle Putin, İdlib’te TSK askerlerinin güvenli çıkışı için bir koridor sağlamak dışında bir söz vermediği halde Türkiye’ye başta S-57’ler olmak üzere yeni silahların satılması için Erdoğan’ı ikna etmiş olmalı.

Nitekim Erdoğan henüz Türkiye’ye dönerken Şam yönetimi İdlib’te tek taraflı ateşkes ilan ederek (Kuşkusuz Moskova’nın onayı ile) sivillerin ve tabii içlerine karışmış cihatçıların Türkiye sınır kapısına dayanmalarının yolunu açmıştı.

Gerçi Türkiye, şimdilik bu ne olduğu malum göç dalgasına kapılarını kapadı ama sınırı geçemeyen kalabalıkların Türkiye ve Erdoğan aleyhine gösteri yapmalarını da engelleyemedi.

İdlib’teki gelişmeler aslında son derece vahim ve Türkiye’nin tehlikeli bir oyun oynadığını yazıp söyleyenleri haklı çıkartacak bir durum hızla gelişiyor. Ankara’nın kolladığı ve beslediği cihatçıların şimdi aradıkları desteği bulamayınca Erdoğan iktidarını hedef almaları beklenen bir sonuçtu.

AKP-MHP-Devlet Koalisyonu bu cihatçı ağırlıklı göç dalgasını daha fazla engelleyemez.

Böylece Türkiye, iktidarın saplantılı ve başından beri yanlış Suriye politikasının yol açacağı sorunları yaşayacak gibi görünüyor.

Son aşamada Şam yönetiminin Rus güçlerinin desteğindeki operasyonlarına devam ettiği bildiriliyor.

TSK’nın diğer bazı gözlem istasyonlarının da bu operasyonlarda Putin’in verdiği garantiye rağmen hedef olduğuna ilişkin haberler de geliyor.  

Aslında Rusya, “Artık İdlib’ten ufak ufak çekilseniz iyi olur” demek istiyor.

Türkiye yine çekilmemek için bin dereden su getiriyor.

Ama bir şey yapamıyor.

Putin’e sesini çıkaramıyor.

ABD’ye efeleniyor, süre veriyor, tehdit ediyor ama iş Rusya’ya gelince tam biat durumunda.

İster istemez insan merak ediyor.

Bu nasıl bir ilişki diye...

link: Koray Düzgören, İdlib’de yolun sonu..., 1 Eylül 2019, https://enternasyonalizm.org/node/273

published on 1 September 2019