Türkiye’de faşist rejim, izlediği politikalarla ve tüm uygulamalarıyla toplumun üstüne bir karabasan gibi çöküyor ve muhalefeti nefessiz bırakmaya çalışıyor. Ülkenin koca bir hapishaneye çevrildiği bu ortamda, cezaevlerinin durumu da rejimin karakterini yansıtır biçimde kötüleşiyor. 12 Eylül faşizmi döneminde maksimum 80 bine çıkan mahpus sayısı, ilk kez AKP iktidarı döneminde aşılmıştı. 2007 yılında 91 bine çıkan mahpus sayısı, bunu izleyen yıllarda rekor üstüne rekor kırarak artmıştı. 15 Temmuz’u takip eden OHAL döneminde ise bu artış on binlerce insanın tutuklanmasıyla daha da hızlandı ve mahpus sayısı sadece son dört yıl içinde 100 bin kişi artarak 265 bine ulaştı. Öyle ki, mevcut cezaevlerinin kapasitesi bu sayıyı kaldıramaz noktaya geldi.
Adalet Bakanlığı Mart 2019 verilerine göre Türkiye’de şu anda 396 cezaevi bulunuyor. Bakanlık bunların toplam kapasitesinin 220 bin olduğunu söylüyor. Oysa bu kapasite rakamına, mevcut cezaevlerinde “düzenlemeye gidilerek”, yani hücre ve koğuşların yatak kapasitesi mahpusların yaşam koşullarını katlanılmaz hale getirmek pahasına iki katına çıkarılarak ulaşılmıştır. Üstelik 675 bin kişi “denetimli serbestlik” kararıyla serbest bırakıldığı halde bu şişirilmiş kapasite çoktan aşılmış durumdadır.
Cezaevleri %120’yi aşan bir doluluk oranına ulaştığı ve bu oran her geçen gün daha da arttığı halde, sorunu izlediği ekonomik ve sosyal politikalarda, baskı ve yasaklarda görmeyip bunları daha da yıkıcı hale getiren faşist iktidar, çözümü yeni zindanlar inşa etmekte arıyor. Yapımı devam eden 132 yeni cezaevine, şu anda proje aşamasında olan 35’inin daha ekleneceği belirtilerek halka “müjde” veriliyor! Yani deniyor ki ağzını açanın yeri hazır!
Sadece “cumhurbaşkanına hakaret” ettiği gerekçesiyle binlerce insanın cezaevine girmesi, nasıl bir dönemden geçildiğini göstermeye yetiyor aslında. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre, 1986’dan 2017’ye kadarki dönemde “cumhurbaşkanına hakaret”ten 13 bin 900 kişiye dava açılmıştır ve bunların 12 bin 173’ü Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı dönemindedir.[1] Erdoğan’ın üç yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde Abdullah Gül dönemine göre 13 katlık bir artış yaşanması, AKP’nin iktidar yolculuğunda geçirdiği dönüşümün de yansımasıdır aynı zamanda.
Sadece hakaret davaları değil bu davalardaki mahkûmiyet sayıları da, eleştiriye karşı tahammülsüzlüğün doruğunda olan faşist rejimin karakterini yansıtmaktadır. Nitekim 1994-2017 yılları arasında toplam 9686 sanığın davası karara bağlanırken ve mahkûmiyet kararı verilen sanık sayısı 3607 iken, bunların 3221 binini Erdoğan’a hakaretten ceza alanlar oluşturmaktadır.[2]
TC tarihinin her döneminde olduğu gibi, Erdoğan faşizminin de en hassas olduğu noktaların başında, izlenen Kürt politikasına yönelik eleştiriler geliyor. Başta genel başkan Selahattin Demirtaş ve milletvekilleri olmak üzere binlerce HDP’li, “terör örgütü yöneticiliği, üyeliği, propagandası” vb. gibi uyduruk suçlamalarla zindanlarda esir tutuluyor. Sadece onlar değil, “barış” çağrıları yaparak akan kanın durdurulmasını isteyen yüzlerce demokrat, sosyalist insan da aynı suçlamalarla tutsak edilmiş durumda. Kasım 2015 seçimlerine giden süreçte içeride azdırılan Kürt savaşı ve yüzlerce Kürdün katledilmesi karşısında sesini yükselten çok sayıda akademisyen ve sendikacı hakkında davalar açılmıştı. Afrin savaşı sırasında “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” diyerek bir basın açıklamasıyla savaşa karşı olduklarını duyuran Tabipler Birliği yöneticileri de “Terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla yargılanıyorlardı. Bu davalar birbiri ardına mahkûmiyetlerle sonuçlanmaya ve barış talebini yükselten bu insanlar cezaevlerine konmaya devam ediliyor. Savaşa hayır diyenlerin kanlarıyla banyo yapacağını söyleyen faşist katiller vatansever ilan edilip türlü şekillerde ödüllendirilirken, barış isteyenler, çocuklar ölmesin diyenler zindana atılıyor.
Rejimin muhalefete tahammülsüzlüğü gazetecilere yönelik baskı ve cezalarda da kendini gösteriyor. Tutuklu ve hükümlü sayısı bakımından Avrupa ülkeleri arasında ilk sırada yer alan Türkiye, tutuklu gazeteci sayısında dünya birinciliğine sahip! Nitekim Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye’yi “gazeteciler için en büyük hapishane” olarak nitelendiriyor. Son olarak Cumhuriyet çalışanı bir grup gazetecinin kesinleşen cezalarını çekmek üzere hapse atıldığı Türkiye’de, 25 Nisan itibarıyla cezaevlerinde 200’ü aşkın[3] gazeteci ve medya çalışanı bulunuyor. Dünyadaki mahpus gazetecilerin yaklaşık üçte ikisine denk gelen bu sayıyla AKP iktidarı, hem ülke içindeki hem de dünyadaki toplam sayıyı arttırarak çifte dünya rekoruna da imza atmış durumdadır!
Adalet Bakanının açıklamasına göre, bugün cezaevlerinde sadece “FETÖ”den tutuklu ve hükümlü durumunda bulunan 31 binden fazla mahpus var. Kürt, sosyalist ve demokrat (gazeteciler, öğrenciler, akademisyenler vd.) tutsaklarla birlikte siyasi mahpusların sayısı 50 bini aşıyor. Üstelik siyasi tutsakların pek çoğu, haklarında hiçbir iddianame hazırlanmadan, davaları görülmeden yıllar boyu tutuklu kalıyor.
Cezaevi yönetimlerinin, faşist rejimin tepesinden gelen emirlere bağlı olarak baskı dozunu arttırdıkları biliniyor. Cezaevlerindeki mahpusların, özellikle de siyasi tutsakların maruz kaldıkları ağır hak ihlalleri, OHAL ve izleyen dönemde katlanarak artmıştır. İşkencenin ağırlaşıp yaygınlaşması, siyasi tutsaklara keyfi bahanelerle görüşlerin engellenmesi, iletişim, kitap/dergi/gazete yasaklarının getirilmesi genel bir hal almıştır.
Rejimin izlediği cezaevi politikaları hasta tutsakları da ölümle burun buruna bırakmaktadır. Türlü yöntemlerle tedavileri engellenen, tecrit uygulanarak diğer mahpusların yardımı ve dayanışmasıyla bakılmalarına, ihtiyaç duydukları ilaçları temin etmelerine mani olunan, muayene talebi uzun süre dikkate alınmayan, hastanelerde polis/jandarma gözetiminde kelepçeli muayeneye zorlanan hasta tutsaklar, hijyen koşullarının sağlanmadığı hastane mahpus koğuşlarında ya da cezaevi koğuşlarında ölüme mahkûm edilmektedirler. AKP iktidarı altında 2005 yılından itibaren sıçramalı bir yükseliş kaydeden “cezaevinde ölen mahpus sayısı”, son sekiz yıldır, yılda ortalama 300 mahpusun hayatını kaybetmesiyle azami düzeyde seyretmektedir. Yani neredeyse her gün bir mahpus hayatını kaybetmektedir.
Hukuksuz bir “çifte cezalandırma” yöntemi olan tecrit de mahpuslar için yaşamsal tehdit taşıyan bir uygulama olarak yaygınlaşıyor. Öyle ki, hasta tutsakların ve açlık grevindeki tutsakların bile tek kişilik hücrelere atılıp ölüme mahkûm edildiği bir dönemden geçiyoruz. Bugün 3 bine yakın mahpusun tek kişilik hücrelerde tutulduğu tahmin ediliyor. Öte yandan HDP milletvekili Leyla Güven’in İmralı’ya tecridin kaldırılması amacıyla 8 Kasımda başlattığı açlık grevi altı ayı geride bırakırken, 16 Aralıkta cezaevlerinde başlayan ve 1 Martta tüm cezaevlerine yayılan açlık grevleri de devam ediyor. Binlerce mahpusun sürdürdüğü açlık grevlerinde, başta Leyla Güven olmak üzere hayati risk taşımaya başlayan çok sayıda insan bulunuyor. Buna rağmen faşist iktidar, hak ihlallerini ortadan kaldırma değil, Öcalan’ı devreye sokarak açlık grevlerini sona erdirmeye çalışma yoluna başvuruyor. Böylelikle, şu ana kadar açlık grevindeki 8 tutsağın hayatına son verdiği bu sürecin çok daha büyük sayıda can kayıplarına doğru yol almasına seyirci kalınıyor.
İktidarlarını toplumu susturarak, muhalefeti ezerek sürdürmeye çalışmaktan başka bir çıkış yolları kalmayanların zulümle abat olamayacaklarını başta 12 Eylül faşizmi olmak üzere sayısız tarihsel örnekten biliyoruz. Zalimlerin adları tarihe kara lekeler olarak geçmiştir; onların zulüm rejimlerine içerde ve dışarıda direnenlerse ezilenlerin haklı mücadelesinin, insanlık onurunun ve direncin soldurulamaz çiçekleri olarak ölümsüzleşmişlerdir.
[1] 12 Eylül faşist rejiminin şefi olan Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı döneminde 340, Turgut Özal döneminde 207, Süleyman Demirel döneminde 158 kişiye “cumhurbaşkanına hakaret” davası açılmıştır. Ahmet Necdet Sezer döneminde bu sayı 163 iken Abdullah Gül döneminde 848’e çıkmıştır. Tayyip Erdoğan döneminde ise bu konudaki davalarda büyük bir patlama yaşanmış ve Erdoğan’ın ilk üç yıllık döneminde sayı 12 bin 173’e yükselmiştir. (https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/04/26/cumhurbaskanina-hakaret...)
[2] Süleyman Demirel döneminde 71, Ahmet Necdet Sezer döneminde 82 kişi mahkûm olmuştur. Abdullah Gül döneminde 233’e çıkarken, Erdoğan’ın ilk üç yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde 13 kat artış göstererek 3221’e yükselmiştir.
Enternasyonalist Komünist
link: Enternasyonalist Komünist, Bir Büyük Hapishane İçinde!, 11 Mayıs 2019, https://enternasyonalizm.org/node/265
Zamanı Korkuya Boğanların Korkusu
Dış Basınç Artıyor, Hararet Yükseliyor