Kürdistan’da belediye başkanlarının tutuklanması, belediyelere kayyum atanması, Cumhuriyet gazetesi yöneticileri ve yazarlarının gözaltına alınıp tutuklanması derken, HDP’li 12 vekil de gözaltına alındı ve Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve İdris Baluken’in de aralarında olduğu 10 milletvekili tutuklandı. Bu tutuklamaları protesto edenler arasında bulunan DBP eşbaşkanı Sebahat Tuncel de tutuklandı. Tüm bu yaşananların anlamı açıktır. Ne zamandır söylediğimiz gibi Erdoğan ülkeyi faşist bir diktatörlüğe doğru adım adım sürüklemektedir.
15 Temmuzdaki darbe girişimini bahane ederek OHAL düzenini kuran iktidarın amacının, çıkardığı KHK’larla tek adam-tek parti rejimini kurmak ve devleti de bu temelde yeniden inşa etmek olduğu aşikârdır. Gazetelerin kapatılması, gazetecilerin tutuklanması, internet yasakları, “FETÖ’cüleri temizleme” adı altında estirilen terör dalgası, Kürt illerinde yürütülen kirli savaş, polis terörü vb. hepsi de bu gidişatın göstergeleridirler.
İçerde azdırılan polis terörüne, baskılara ve yasaklara dışarıda da işgal ve emperyalist maceralar eşlik etmektedir. Suriye topraklarını pervasızca işgal etmiş bulunan TC, utanmadan Musul’da da hak iddia etmekte, bu uğurda kanlı bir savaşı dahi göze aldığını açıkça ortaya koymaktadır. Emperyalist bir azgınlıkla Irak ve Suriye topraklarına göz dikmiş olan Erdoğan, çıkarları uğruna eli kanlı IŞİD ve el Nusra canilerini desteklemekte, son derece acı sonuçları olacak mezhep ayrımcılığını körüklemekte de beis görmemektedir.
Erdoğan ve etrafındakiler, iktidarlarının kırılgan olduğunu, bir kez tökezlediklerinde tepetaklak yuvarlanacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu nedenle iktidarlarını ne pahasına olursa olsun korumaya çalışıyorlar. Bu yüzden bu kadar zalim, bu denli pervasız ve gaddar, baskıcı, ikiyüzlü, yalancı ve arsızlar. Emperyalist talandan pay kapabilmek, Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmak, işçi sınıfı üzerindeki sömürüyü daha da yoğunlaştırmak ve iktidarlarını kaybetmemek için adına başkanlık dedikleri tek adam-tek parti rejimine, yani faşist bir diktatörlüğe ihtiyaçları var.
Bu sürecin açılışı 7 Haziran seçimleriyle yapılmıştır. Türkiye 7 Hazirandan bu yana faşist bir tırmanış sürecine girmiştir. 7 Haziranın ardından Erdoğan sivil bir darbeyle iktidarın tüm iplerini fiilen eline almış, yani fiilen başkanlık sistemine geçmiştir. Kitleleri ikna etmek, yaptıklarına ve yapacaklarına meşruiyet sağlamak amacıyla da tüm planını sürekli bir kaos ortamı yaratmak üzerine kurmuştur.
Masayı bizzat devirerek Kürt hareketiyle yürütülen müzakere sürecini bitirmiş ve ateşkesin bozulmasını sağlamış, sonra da bunu bahane ederek Kürt illerine saldırmış, sivil halkın yaşadığı kentleri bombalayarak, insanları bodrumlarda diri diri yakarak bir halkı katliamlarla dize getirmeye girişmiştir! Yetmemiş belediyelerini ellerinden almaya başlamış, yetmemiş milletvekillerini hapse atmaya kalkışmıştır. İşine geldiğinde “milli irade” lafını ağzından düşürmeyen Erdoğan, 6 milyon oyun sahibi ve Kürt halkının siyasi temsilcisi olan HDP’ye düşman gözüyle bakmakta, HDP’li siyasileri tutuklayıp hapse atmakta, vekilleri dahi içeri tıkmaya uğraşmaktadır.
Erdoğan’ın en küçük bir muhalefete bile tahammülü olmadığı açıktır. Batı dünyasından gelen basınçlar karşısında zaman zaman hız kesmek zorunda kalsa da, niyetinin CHP dâhil tüm muhalefeti ezmek olduğu, “FETÖ’cü ve bölücü terörle mücadele” yalanıyla tüm muhalif odakları ve unsurları yok etmeye kararlı olduğu bellidir. Erdoğan’ın şimdiye kadar yaptıkları, yarın yapacaklarının teminatıdır.
Muhalefetin zerresine bile tahammül edemeyecek kadar korkuyla dolu olan bu iktidarın, her türlü baskıcı ve anti-demokratik adımı atmaya devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu iktidardan burjuva hukukuna dahi uymasını beklemek boşunadır. Fiili başkan Erdoğan, Bahçeli’nin MHP’sini de arkasına alarak parlamentoyu safdışı etmiş durumdadır. OHAL düzenine geçiş ve KHK’larla birlikte Erdoğan, tıpkı Hitler’in 1933’te “Yetki Yasası”yla elde ettiği gibi bir güce ulaşmıştır. Şimdi de führerliğini ilan etmek peşindedir.
Erdoğan’ın bir süre sonra duracağını, istediğini elde ettiğinde ortamın sakinleşeceğini, istikrarsızlığın, kaosun ve devlet terörünün sona ereceğini düşünmek ham hayaldir! Toplumun terörize edilmesi ve bu yolla bir korku imparatorluğunun kurulması, Erdoğan iktidarının sürmesinin de yegâne koşuludur. Erdoğan-AKP iktidarı sürekli olarak toplumda korkuyu ve tehlike algısını canlı tutmak zorundadır.
Müthiş bir algı operasyonuyla toplumu esir almaya çalışan iktidar, Kürtlere karşı yürüttüğü savaşa dayanarak milliyetçiliği ve şovenizmi azdırmakta, ırkçı söylemleri yükseltmektedir. Sürekli olarak “dış güçler ve onların hizmetindeki iç güçler Türkiye’yi karıştırmak ve bölmek istiyor” propagandası yapılmakta, toplum paranoyaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Buna “Osmanlı’nın devamıyız, tüm Müslümanların hamisiyiz” türünden demagojik söylemler eşlik etmekte, hamasi nutuklar eşliğinde Suriye işgali haklı gösterilmeye, Musul’da tarihsel olarak hak sahibi olunduğu kabul ettirilmeye, Kürt halkına karşı yürütülen haksız ve kirli savaş mazur gösterilmeye uğraşılmaktadır. Toplumun bu yalanlara kanmaya devam etmesi ve faşist iktidarını kurma yolunda ihtiyaç duyduğu sivil tabanı oluşturabilmesi için Erdoğan eğitimi de hedef almış, bunun yanı sıra cami örgütlenmelerini de devreye sokarak dinci ve kinci bir “ideal gençlik” tahayyülüyle faşizmin ihtiyaç duyduğu paramiliter gücü yaratmaya girişmiştir.
Önümüzdeki dönemde bu faşist politika daha da azgınlaşarak devam edecektir. Muhalif basından geriye kalan kırıntılar bile susturulmaya çalışılacaktır. Kürtler ve sosyalistler başta olmak üzere tüm muhalefet odaklarına karşı gerek polis terörünü arttırarak gerekse de sivil faşist çeteleri örgütleyerek saldırması işten bile değildir. Faşist çetelerin çeşitli kurumlara ve kişilere düzenleyeceği saldırılar, suikastlar gündeme gelmeye başlayabilir. En bariz çılgınlığı yapacak denli gözü dönmüş bulunan Erdoğan, iktidarı uğruna ülkeyi iç savaş ateşine atmaktan bile çekinmeyecektir.
Tüm bunlar belki de kimsenin inanmak istemeyeceği şeylerdir ama maalesef tarih bize her şeye hazırlıklı olmayı tembihliyor. Peki, süreç bu şekilde ilerlerken, ülke adım adım faşizme sürüklenirken ne yapmak gerekir? Çok açık ki, bu baskılara karşı durmak, direnmek, mücadele etmek tüm emek ve demokrasi güçlerinin boynunun borcudur. Faşizme karşı ortak mücadele tek çıkar yoldur. Sendikalar, işçi örgütleri, düzen karşıtı partiler hep birlikte bu mücadelenin içinde yer almak zorundadır. İşçisiyle, Kürdüyle, Alevisiyle, sosyalistiyle, demokratıyla tüm muhalif kesimler faşizme karşı mücadelenin ortak paydasında buluşabilmelidir.
Gün, Marksizmin yol göstericiliğinde devrime ve sosyalizme olan inancımızla, irademizi daha da bileme, sağlam durma ve sarsılmaz bir güçle mücadeleye devam etme günüdür. Biliyoruz ki, her karanlığın sonunda mutlaka aydınlık bir gelecek vardır. Tarihi yazacak olanlar, karanlığa karşı yılgınlığa düşmeden direnenler, kavgadan yılmayanlar, umudunu yitirmeyenler, zalimin zulmü karşısında boyun eğmeyenlerdir!
Enternasyonalist Komünist
link: Enternasyonalist Komünist, Faşizmin Kurumsallaşmasında Bir Adım Daha, 17 Kasım 2016, https://enternasyonalizm.org/node/175
İktidarın Korkusu, Korkunun İktidarı
15 Temmuz’a Reichstag’tan Bakmak