İktidar yerel seçim tarihi yaklaştıkça ve gelen kamuoyu yoklamalarının sonuçları giderek kötüleştikçe, elinde ne var yoksa sahaya sürmeye çalışıyor.
Ortağı ve baş destekçisi MHP ile önce, “İttifak olmaz, herkes kendi yoluna” dediler ama baktılar pabuç pahalı kısa yoldan vazgeçtiler.
MHP olmazsa başta Ankara ve İstanbul olmak üzere birçok büyük şehri kaybetme tehlikesi ciddi bir olasılık haline gelince, hemen tam yol dönüş yaptılar, acil olarak ittifaka yöneldiler.
Şehir şehir, belde belde, sandalye ve rant bölüşümü hesaplarıyla ortaya çıkacak tablo iktidar bloğunun seçmenlerini ne ölçüde tatmin eder o başka bir mesele.
Ülkenin üzerine çökmüş iki ortak, yerel rant kapılarını aralarında paylaşırken devletin hemen hemen bütün kuruluşlarını, olanaklarını ve varlıklarını da seferber etmek için her türlü manevraya, ayak oyunlarına başvuruyor.
Seçime kanalize edilecek eldeki en büyük imkân hiç kuşkusuz daha önce devletin olan, ama şimdi doğrudan Saray’a bağlamış bulunan devlet hazinesi.
Kamuoyuna yansıyan uygulamalara baktığımızda devletin mevcut ya da potansiyel bütün imkânlarının bu seçim için seferber edildiğini anlıyoruz.
Bu seçimi de mutlaka kazanabilmek amacıyla akla hayale gelmeyecek her yol deneniyor.
Buna rağmen bütün bunların yeterli olmadığı görülüyor.
Hazinenin, devletin bütün olanaklarının seçim uğruna talan edilmesi yetmiyor.
Öyleyse daha etkili bir şeyler yapmak lazım.
Seçmene çok ciddi bir savaş korkusu mesajı vermek en bilinen yol.
İçeride ve güney sınırlarının hemen ötesinde sürdürülen savaşın yeterli olmadığı anlaşılıyor. O nedenle daha güçlü bir savaş mesajı verilmesi gerekiyor.
Ülkenin başta ABD olmak üzere yedi düvele karşı bir savaş vermek zorunda olduğu imajı yaratılmak zorunda.
Bu savaş üstelik de bir varoluş-yokoluş, hatta beka savaşı gibi sunulmalı.
Seçmeni hem kışkırtmalı, hamasete yönlendirmeli hatta hem de korkutmalı.
Ülkede her kötülüğün, içinde bulunulan ekonomik kriz dahil olmak üzere bütün çözülmemiş sorunların sebebi olarak dış güçler gösterilmeli.
ABD’YE RAĞMEN MİNBİÇ’E GİRMEK MÜMKÜN MÜ?
Bunu kim yapabilir?
Tabii bunu şimdiye kadar Erdoğan bizzat kendisi ve çevresindeki sözcüleri yapıyordu. Ama şimdi, MGK’yı da (Milli Güvenlik Kurulu) sahaya sürmekte bir sakınca görmediler.
Son MGK kararlarından söz ediyorum.
Erdoğan geçtiğimiz Salı günü AKP Meclis Grubu toplantısında yaptığı konuşmada MGK’da alınacak kararları zaten açıklamıştı.
“ABD, Kuzey Doğu Suriye’de Kürtlere arka çıkıyor. Biz buna rağmen Minbiç’e gireceğiz. Bizi kimse engelleyemez” demişti. Özeti bu.
İktidar, özellikle geçtiğimiz önceki hafta sahneye konulan Minbiç efelenmesi sırasında, YPG’ye yönelik bombardımanın ardından ABD’nin bölgede 12 gözetim noktası kurma kararına çok tepkili.
MGK da kararında Türkiye’nin meşru müdafaa hakkından söz ediyor.
Türkiye aslında sürekli bunu söylüyor ama, zaman zaman bu söylemin dozu yükseliyor. O zaman AKP ve MHP yandaşları ordunun Minbiç’e doğru harekete geçtiğini zannedebiliyor.
İktidarın son dönemde elindeki korkutma ve savaş çığırtkanlığı bahanesi malum, Suriyeli Kürtler özelinde, topyekûn Kürtler.
Diyeceksiniz ki, iktidarlar ve o iktidarları perde arkasından yönlendiren derin güçler MGK’yı zaten hep kullanıyorlardı. Şimdi iktidarlarına AKP’yi de ortak ettiler, birlikte aynı şeyi söylemeye devam ediyorlar.
İktidarının ilk yıllarında vesayete karşı çıkarmış gibi yapan AKP, şimdi vesayetin ta kendisi oldu. Vesayetçilerin iktidardaki sopası gibi seçmeni korkutuyor, savaşla tehdit ediyor.
Bu yolla seçim kazanmaya çalışıyor.
95 yıldır zaman zaman dozu azalsa da hiç bitmeyen bir söylemdir bu.
Ama aynı zamanda da kullanışlı bir söylemdir.
İktidarlar aynı zamanda bu söylemin, beka meselesi olduğu için seçmeni etkilediğini ve korkuttuğunu iyi biliyor. O nedenle işlerine geldiği zaman tepe tepe de kullanıyorlar.
Ülkeyi yönetemez hale geldikleri zamanlar, sorunları çözemedikleri zamanlar, siyasi ve ekonomik krizlerin önlenemez ve halktan gizlenemez hale geldiği zamanlar baş vurdukları yol hep aynı.
Eskiden komünizm tehlikesi ve tehdidi var diye halkı korkutuyorlardı. “Komünizm geliyor, aman haa!” denildi mi, kimse özgürlüklerden, haktan hukuktan söz bile edemezdi.
Şimdi, “Kürtler bizim için yakın tehdit” diyerek hem tehlikeli bir ayrımcılık, bölücülük yapıyorlar hem de savaş kışkırtıcılığı.
Söylemler çok keskin ama Türkiye ABD izin vermediği için Minbiç’e giremiyor.
OY İÇİN MGK KARARINDAN MEDET UMMAK
Son MGK kararlarına, iktidarın savaş değirmenine su taşıyan bazı Ankaralı yazarların baktığı gibi değil de, bir de bu açıdan bakmak gerekiyor.
Tamam, 95 yıldır Kürt meselesi, değişmez bir paradigma olarak TC devletinin görünmez anayasasının en önemli maddesidir.
“Kürtler sınırların içinde de, ötesinde en büyük tehdittir. Bir şekilde bu tehditten, tehlikeden kurtulmak, en azından bu tehdidi tehdit olmaktan çıkartmak gerekir” anlayışı her zamankinden daha güçlü bir şekilde yine geçerlidir.
Ve Türkiye’yi yöneten odaklar fırsatını bulsalar bunu yapmayı çok istemekte arzulamaktadır ama, bunu yapamamaktadır.
En başta Kürtlerin direnci buna engel olmaktadır. Kürtler de artık bu hastalıklı paradigmanın karşısına çıkarken uluslararası güç dengelerini, dünya ve bölge şartlarını hesaba katmaktadır.
Kürtlerin Suriye’deki en önemli güçlerden biri olarak dünya genelinde meşruiyet kazanması iktidarı çileden çıkarmaktadır.
Öte yandan Türkiye, kendi Kürt sorununu da Kürtlerle oturup, konuşup, tartışarak çözemediği, çözmek istemediği ve silahlı çözüme başvurduğu için sorunun artık uluslararası bir konu haline gelmesine sebep olmuştur.
Son dönemde karşılaştığı birçok sorunun temelinde bu çıkmaz yatmaktadır.
Bu nedenle Cerebulus’a Azez’e, Afrin’e Rusya izin verdiği için girebilmiştir. Yarın Rusya istemediği, zaman oralardan çıkacaktır.
Minbiç’e ABD izin vermediği için girememiştir, girememektedir ve güya şimdi son MGK kararı ile ABD’ye efelenmektedir. Ama yine adım atamamaktadır.
Erdoğan MGK’nin kararlarından bir gün sonra, G-20 Zirvesi için Arjantin’e hareket ederken Trump'la toplantı sırasında görüşeceğini ve bu meseleyi konuşacağını söylemişi.
“Nasılsa Minbiç için onu ikna ederim” havasındaydı. Ama son anda bu buluşmanın iptal edildiği öğrenildi. İki liderin ancak ‘ayaküstü’ görüşebilecekleri açıklandı.
Herhalde şimdi kalkıp da iki liderin böylesine hayati bir meseleyi ayak üstü selamlaşırken hallettiklerini kimse ileri süremez!
24 Haziran seçimlerinde yine Minbiç meselesi köpürtülmüş ve Türkiye, Minbiç’e girmediği halde girmiş gibi propagandası yapılmıştı.
Yazının uzaması pahasına Erdoğan’ın 18 Haziran’da Ordu’da yaptığı seçim konuşmasındaki Minbiç açıklamasını hatırlatmak istiyorum:
"Kahramanlarımız sınır ötesinde destan yazıyor. Şimdi de Münbiç’te Amerika’da vardığımız anlaşmayı adım adım hayata geçiriyoruz. Münbiç sınırındaki bölücü terör örgütü unsurları bulundukları yerleri terk ettiler. Askerlerimiz devriye gezmeye başladı. İnşallah aşama aşama bölgeyi teröristlerden tamamen temizleyeceğiz."
Tabii gerçeğin bu olmadığı çok çabuk öğrenildi ve TSK’nin Minbiç’e girmediği, Minbiç dışında devriye gezmeye başladığı anlaşıldı.
Kısacası bu Minbiç konusu yıllardır iktidar tarafından kullanılan bir malzeme haline geldi.
Şimdi yine seçim zamanı ve sahaya sürülen önemli kozlardan biri olarak yine savaş kışkırtıcılığı yapılıyor. Yine Kürt düşmanlığı üzerinden ABD’ye efelenme senaryoları havada uçuşuyor.
Amaç milliyetçiliği, militarizmi kullanarak savaşı özendirmek ve iktidarı sürdürebilmek.
Savaş havası iktidar partilerine belki birkaç oy kazandırabilir, ama sonuç yıkım ve felaket olur.
Türkiye’yi yönetenler bu gerçeği ne zaman anlarlar acaba?
Source:
link: Koray Düzgören, MGK’nın Minbiç için ABD’ye efelenmesi oy getirir mi?, 1 Aralık 2018, https://enternasyonalizm.org/node/240
Tampon düşüren tampon
Manipülasyonların Gölgesindeki Gerçek Ahval