Suriye’de olaylar patlak verdiğinde müdahale bahanesi arayanların havada kaptığı bir söz vardı: “Öylesine despot bir rejim ki Kürtlere kimlik bile vermiyor.”
Daha çok Türkiye kökenli Kürtleri ilgilendiren bu meseleyi en çok dillendiren Suriye’nin kuzey komşusuydu. Kritik süreçte dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 6 Nisan 2011’de Devlet Başkanı Beşşar el Esad’ın önüne koyduğu taleplerden birisi de Kürtlere kimlik verilmesiydi. Türkiye, Şam’da Kürtlerin sözcüsü kesilmişti. Mademki Kürtler en mağdur kesimdi, o halde olası isyana kendi renklerini vermeleri de beklenen bir durum olmalıydı? Ne var ki kendi bölgelerinde kontrolü ele almaları ve cihatçı grupları uzak tutmaları Ankara’nın nevrini döndürdü. O gün bugündür hikâye tersten yazılıyor. “Kürtlerin hamisi Türkiye” görüntüsünden “Kürtlere hiçbir statüye geçit vermeyen Türkiye” gerçeğine hızla dönüş yaşandı.
2012-2015 arası Kürt bölgelerine karşı İslamcı örgütler üzerinden vekâlet savaşı, 2016’da Fırat Kalkanı’yla Kürtlerin önünü kesecek şekilde doğrudan müdahale, 2018’de Zeytin Dalı’yla Afrin’i zapt ve bugünlerde Fırat’ın doğusuna obüs toplarıyla yeni bir fasıl açma çabası…
Türkiye, Afrin senaryosunu Tel Ebyad (Girê Spî) ve Ras el Ayn’dan (Serekaniye) başlayıp Kobani-Cezire hattına taşıma planını meşrulaştırmak için “Sınırdan terörist sızmalar oluyor” iddiasını ısıtınca Amerikan yönetimi de “Öyleyse önlem alayım” diye kontur çekti. Alacağı önlem ne? Sınıra gözlem noktaları kurmak.
Türk dış politikası, Suriye’de kendini daha ne kadar ters köşeye atacak bilmiyoruz.
Geçen ayın sonunda Türkiye obüs topları ile sınırdan ateş açmaya başlayınca Amerikan güçleri de YPG ile ortak devriye turu atarak bir kez daha NATO’daki müttefikinin önüne set çekti. ABD benzer ‘bayrak gösterme’ taktiğine, Türk ordusu 2016’da Menbic’e yöneldiğinde ve 2017’de Karaçok’ta YPG’nin medya merkezini vurduğunda başvurmuştu. Bir nevi “Biz buradayken sakın ateş açma” mesajı eşliğinde fren yaptırma taktiği.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Rahip Brunson’ı bırakmanın ABD Başkanı Donald Trump’ın yüzünde bıraktığı tebessüme güvenerek Paris’te yüz yüze geldiğinde başkanın gidişatı durduracağına dair inancını dile getirmişti. 11 Kasım’da Paris’teki liderler buluşmasına bir de 20-21 Kasım’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Washington temasları eklendi.
***
Türk ordusunun sınır hatlarını ısıtarak IŞİD’le mücadelenin sekteye uğrattığından yakınan Amerikan yönetimi, PKK’nin lider kadrosundaki üç ismin yakalanması için toplam 12 milyon dolar ödül açıklayarak Türkiye’yi teskin etme yoluna gitti. Aslında Suriye siyasetinde kırılmaların yaşandığı 2014-2015’teki süreçte “Türkiye ve Irak sahnesinde PKK’ye karşı istediğini yap ama Suriye’de YPG’ye dokunma” diyen politikanın devamıydı bu. Bu arada ABD’nin yeni Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, ‘Defense One’ toplantısında tekrarladığı üzere YPG ile işbirliğinin Suriye’de ilan edilen üç hedefle ilgili olarak devam ettiğini ve bunun geçici olduğunu söyledi. Bir bakıma “IŞİD bitirildiğinde, İran unsurları Suriye’den çıkarıldığında ve siyasi geçiş süreci gerçekleştiğinde bizim de YPG’ye ihtiyacımız kalmayacak, bu vakte kadar bizi anlayışla karşılayın” demeye getirdi. Trump bile Suriye’de ne yaptıklarının ya da ne yapacaklarının şuurunda değil ya orası ayrı mesele.
“Türkiye, Fırat’ın doğusunda tampon bölgeleri mi kuracak” sorusu etrafında dönen 3 haftalık bir hengameden sonra ABD Savunma Bakanı Jim Mattis önceki gün Pentagon’da gazetecilerle sohbet ederken “Suriye’nin kuzey sınırı boyunca birkaç yerde gözlem noktaları kuracağız” dedi. Amacı da şöyle çerçeveledi:
“Çünkü en azından bizim faaliyet alanımızda bir şey gördüğümüzde Türkleri arayıp uyaracak konumda olmak istiyoruz. Türkiye’ye yönelik her türlü tehdidi takip etmeye çalışacağız. Türk ordusu ile sınırın karşısından çok konuşuyor olacağız. Gece ve gündüz çok açık bir şekilde işaretli bölgeler olacak. Böylece Türkler bizim tam olarak nerede olduğumuz net olarak görecek.”
Halbuki medyada yansıdığı kadarıyla AKP yönetiminin niyeti şuydu:
“Türkiye sınırdan içeriye doğru 30-40 kilometrelik bir tampon bölge kuracak. Harekât, Tel Ebyad ve Ras el Ayn’dan başlayacak, operasyon sınır boyunca Fırat’tan Dicle nehrine kadar yayılacak. 911 kilometrelik sınır tamamen TSK’nin kontrolüne geçecek. Fırat’ın batısında yer alan Tel Rıfat için de Ruslarla birlikte çözüm bulunacak.”
Deklare edilen bu plana bakılınca tampona karşı tampon pozisyonu alan taraf Amerika oluyor.
ABD’nin gözlem noktaları kurma kararı bir yanıyla “Suriye’de tanımlanan hedeflerimize ulaşıncaya kadar Kürtlerle ortak hareket etmek zorundayız” diyen tutumun ikrarı. Bir yanıyla da Amerikan yönetiminde Türkiye’nin çok örselendiğinin ve bu gidişatla daha fazla Rusya’ya kayacağından endişe eden kanadın öne çıktığının göstergesi. Yine de ABD, İran’ı kuşatma stratejisine asıldığı bir sırada Suriye’den çekilmenin yolunu açacak şekilde Kürtlerle ortaklığa son vermek istemiyor. Bununla birlikte Ankara’nın artan tazyiki, ABD’yi IŞİD sonrası için net bir taahhütte bulunmaya zorluyor. Bu da Washington’da Kürtlerle ittifakın özünü bozmadan Ankara’ya oyalayacak jestlerde bulunma eğilimini güçlendiriyor.
***
Astana süreci ağır ağır siyasal zemine doğru kayarken tarafların Kürtlerle ilgili sancısı daha belirgin hale geliyor. Evet, İdlib çıkmazı şu anda Fırat’ın doğusuna yönelimi öteliyor. Fakat herkesin tutumunu netleştirmek durumunda kalacağı eşik çok uzakta değil.
Önümüzdeki süreci tayin edecek birbiriyle bağlantılı bir sürü belirsizlik dizili:
Rusya henüz sonuç çıkmasa da Şam’la masaya oturttuğu Kürtleri Cenevre’ye taşıyabilecek mi?
BM’nin himayesinde anayasa yazma çalışmaları başlarsa Kürtler süreçte olabilecek mi?
Cenevre formatının dışında Şam yönetimi Rusların desteğiyle Kürtlerle başlattığı müzakere sürecine ciddiyet katabilecek mi?
Türkiye siyasi çözüm sürecini hepten sabote etme pahasına Kürtlere karşı vetosunu koruyabilecek mi?
Diyelim ki Ankara’ya rağmen süreç işledi, günün sonunda Türkiye Kürtlerin bir şekilde statü kazanma ihtimalini hazmedebilecek mi?
IŞİD şu an tutunduğu son üç kasabada temizlendiğinde ABD, Suriye’den çekilecek mi ya da Kürtlere arka çıkacak mı?
Bir adımı karşılayacak bir sürü adım.
Afrin’de Türk müdahalesine yakılan yeşil ışığın yarattığı travmaya rağmen Kürtlerle ilgili olası yumuşak geçişi sağlama hususunda Rusların eli daha üstün. Amerikan yönetiminin Suriye krizindeki pozisyonu, tüm tarafların ‘restleşme’ eğilimini kamçılıyor. Rusların açmazı şu: İdlib kördüğümü çözülünceye kadar Rusya, Kürtlerle ilgili ısrarını büyüterek Türkiye ile işbirliği zeminini yitirmek istemiyor. Ama Suriye krizinde sona saklanan en çetin düğüm de Kürtler. Ertelenen fasıl illa ki açılacak.
Burada en rahat kart çeken taraf Türkiye. Sahanın çelişkilerini çok iyi kullanıyor. Fırat’ın doğusuna müdahale seçeneğini masada tutarak hem Amerikalıları hem Rusları zorlamaya devam edecektir.
Ayrıca iç politikadaki ‘gerilim tüketimi’ sınırların ötesinde risk alma iştahını canlı tutuyor. İktidarın yerel seçimlere hangi siyasal iklimle gitmek istediği belli. Bu seçimde de hamasetçi, milliyetçi ve fetihçi çıkışlara bel bağlıyor. Bu çerçevede MHP’ye yeniden el verirken sınır ötesi için deklare ettiği hedeflerden geri adım atmayacaktır.
Source:
link: Fehim Taştekin, Tampon düşüren tampon, 23 Kasım 2018, https://enternasyonalizm.org/node/239
Ne yaptılarsa tam tersini söylüyorlar
MGK’nın Minbiç için ABD’ye efelenmesi oy getirir mi?