Aralık ayında Suriye’deki savaşın geleceği açısından önemli gelişmelere şahit olundu. Bir tarafta TC-Rusya-İran üçlüsünün Suriye’de bir “siyasal çözüm” için Anayasa Komisyonu oluşturulması hususunda mutabakata varıldığını yinelemesi, diğer tarafta Erdoğan’ın Rojava’ya dönük harekât tehditleri ve son olarak da ABD’den gelen ve ilk bakışta TC’ye birtakım jestler yapıldığı ya da tavizler verildiği şeklinde yorumlanan “çekilme” açıklaması… Uzun sayılabilecek bir sessizlik döneminin ardından, görülen odur ki, Suriye’deki savaşta taraflar açısından yeni taktik manevralar gündemdedir.
Trump’ın açıkladığı kararın hayata geçip geçmeyeceği sorusu günün en çok sorulan sorusu durumundadır. Çekilse bile nereye çekilir, ne ölçüde çekilir vb. gibi sorular da onu takip ediyor. Baştan vurgulayalım ki, daha açıklamanın mürekkebi kurumadan, sanki her şey olup bitmiş, ABD Suriye’den çekilmişçesine yapılan değerlendirmelerin hiçbir kıymeti yoktur. Diğerlerini bir tarafa bıraktık, Rusya’dan gelen yorumlar, bu kararın ihtiyatla karşılanması gerektiğini yeterince ortaya koyuyor. Obama döneminde Afganistan’dan da Irak’tan da çekileceği açıklanmış olmasına rağmen, oralardaki ABD üsleri de binlerce ABD askeri de yerli yerinde duruyor. Trump’ın geçtiğimiz bahar aylarında Suriye’den çekiliyoruz açıklamasının akıbeti de biliniyor. ABD’nin “derin yönetici aklı” bu açıklamayı evirip çevirmiş ve boşa çıkarmıştı. Bugün de benzer bir durum ihtimal dışı değildir. Nitekim daha şimdiden Trump, önce “çekilme”nin 30 günden 4 aya uzatıldığını duyurmuş ve daha sonra ise çekilme konusunda bir zaman dilimi vermediğini söylemiştir. Önümüzdeki süreçte, üçüncü dünya savaşının merkezi konumundaki Ortadoğu’da köprülerin altından çok suların akacağı açıktır.
Bugün yürümekte olan savaşa bakıldığında temel nokta şudur: Kapitalizm tarihsel bir sistem krizi yaşamakta ve buna üçüncü büyük paylaşım savaşı eşlik etmektedir. Geçmişteki iki büyük paylaşım savaşından farklı yöntemlerle, farklı tekniklerle ve farklı biçimlerde yürüyen bir savaş sözkonusudur. Bu savaş birbirine halkalar şeklinde eklemlenen cephelerde yürümektedir. Bir cephede muharebe henüz kesin sonuca bağlanmamışken bir başka cephe açılmaktadır. Amerikan emperyalizmi, paylaşıma konu olan alanlarda mevcut tüm dengeleri yerle bir ederek, bu alanları viraneye çevirerek ilerliyor. Yıkılanın yerine yenisini istikrarlı bir şekilde kurmadan bir sonraki cepheye sıçrıyor. Kuşkusuz savaşın sonunda kendi çıkarları doğrultusunda bir düzen kurulmasını arzu ediyor ancak mevcut aşama bu tür düzenlerin kurulması değil, mevcut rejimlerin ve dengelerin yıkılması aşamasıdır. Dolayısıyla şunu çok net olarak söyleyebiliriz ki, ABD’nin bugün şu ya da bu alandan geri çekilmesi, nihai bir çekiliş olarak değil, geri dönüp giriştiği işi tamamlamak üzere geçici bir geri çekiliş olarak düşünülebilir ancak. Bu takdirde açık ve net olan şey şudur ki, ABD önümüzdeki kısa vadede gerçekten de Rojava’dan çıksa bile, bunun anlamı Suriye veya Ortadoğu savaşının sona ermesi değil, yeni bir cephenin (muhtemelen İran cephesinin) açılması ya da bu doğrultudaki hazırlıkların hızlandırılması olurdu.
“ABD’nin bir stratejisi yok” mu?
Trump’ın çekilme yolundaki açıklamasına yalnızca ona muhalif Demokrat Parti temsilcileri değil, kendi partisinden ve hatta yönetim ekibinden de ciddi ve yüksek sesli itirazlar yükselmiştir. Pentagon ve Dışişlerinin bu açıklamaya karşı olduğu yönündeki söylentiler, Savunma Bakanı Mattis’in ve ardından da ABD’nin IŞİD’le mücadele özel temsilcisi McGurk’ün istifası ile doğrulanmıştır. Tüm bunlar, yürüyen savaşta izlenecek taktiklere dair ABD egemen sınıfının içinde bir farklılaşmanın yanı sıra bizzat yönetimdeki siyasi ekip içerisinde de farklı tutumların mevcut olduğuna işaret ediyor. Trump göreve geldiğinden bu yana, oluşturduğu kabinenin ve atadığı üst bürokratların üçte ikisinin istifa etmek ya da kovulmakla karşı karşıya kalması da bunun kanıtıdır. Bu gerçekliği hesaba kattığımızda, geri çekilme açıklamasını, ABD emperyalizminin temel yönelimlerindeki bir değişiklik olarak değil de, Trump çizgisinin taktiksel bir manevrası olarak değerlendirmek gerekir. İçinden geçilen tarihsel kriz dönemi, Amerikan egemen sınıfı içerisinde bir yarılmayı doğurmuş gözüküyor. Trump’ın şahsi özellikleri bu yarılmayı pekiştirse bile, son tahlilde, onun yönetiminin bu durumun nedeni değil sonucu olduğunu unutmamak gerekir.
Bu gerçekleri kavrayamayıp, günlük gelişmelere ve Trump’tan gelen tutarsız açıklamalara odaklanan çeşitli yorumcular ise, ABD’nin aslında bir stratejisinin ya da tutarlı bir politikasının olmadığını ileri sürüyorlar. Bu tür yorumlar, yalnızca burjuva diplomatlar ya da stratejistler arasında değil, gerek Batı’daki gerekse de Türkiye’deki bazı sol çevreler arasında da hayli yaygın durumdadır. Bu tür yanlış yorumların hepsinde ortak olan husus, yürüyen savaşın gerçek doğasının kavranmaması ve onun büründüğü biçim ya da boyutlardan yalnızca birinin öne çıkartılarak sivriltilmesidir. Mesele kimilerine göre Esad rejiminin yıkılması, kimilerine göre Kürt devletinin kurulması, kimilerine göre İran’daki molla egemenliğine son verilmesi, kimilerine göre Türkiye’nin paylaşılması, kimilerine göre ise petrol ve doğalgaz kaynaklarının ele geçirilmesi meselesinden ibarettir. En ikiyüzlü olanlar ise yakın zamana kadar yürüyen savaşın odağında IŞİD vahşetine karşı mücadelenin yattığını ileri sürüyorlardı.
Başlıkların bu kadar çeşitli ve her bir başlığın farklı ittifak ve düşmanlıkları gerektirebileceği düşünüldüğünde, bu büyük savaşı başlatan ABD cenahından aynı anda ya da farklı dönemlerde tutarsız görünen açıklama ve adımların gelmesinde aslında şaşılacak bir şey yoktur. Mesele şu ki, ABD’nin başlattığı yeni emperyalist paylaşım savaşı bu başlıklardan çok daha üstte bir hedefi güdüyor: Sarsılan ve zayıflayan hegemonik pozisyonunu pekiştirmek ve kendi hegemonyasına potansiyel bir tehdit oluşturan tüm büyük güçlerin (AB, Japonya, Rusya-Çin ikilisi) önünü önleyici bir savaşla kesmek. Esas, ana, stratejik hedef budur. Bu stratejik hedef doğrultusunda yürütülen ve bugün için ağırlıkla Ortadoğu’da yoğunlaşan savaşta ABD bölgeyi yeni baştan ve bir bütün olarak dizayn etmek istemektedir. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’nun siyasi haritasını değiştirmek istediği, mevcut burjuva devletlerin bazılarını yeni baştan daha küçük ve kendi çıkarlarına daha uygun parçalara ayırmayı hedeflediği bir sır değil. Enerji kaynakları ve nakil hatları üzerinde mutlak bir denetim kurarak rakiplerini zayıf düşürmek istediği doğrudur ama bu savaş bir “petrol savaşı”ndan ibaret değildir. ABD, bölgedeki ülkeleri tümüyle kendi nüfuz alanı haline getirerek dünya pazarına daha derinden entegre etmek, daha gelişmiş kapitalist pazarlar haline getirmek de istemektedir.
Tam da bu yüzden, bölgedeki verili statükoyu savunan tüm güçler ABD emperyalizminin şu ya da bu biçimde hedefi haline geliyor. Kendi stratejisi doğrultusunda Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek isteyen ABD emperyalizmi, bu hedef doğrultusunda aynı zamanda İsrail’in varlığını da güvence altına almak istiyor. Pragmatik Amerikan emperyalizmi, savaşın gidişatı içerisinde her türlü manevrayı yapmaktan, koyduğu kimi taktiksel hedeflerden vazgeçmekten ya da yeni taktiksel hedefler geliştirmekten geri durmayacaktır. Bugün bu ana hedefler doğrultusunda ittifak yaptığı devlet ya da örgütlerle yarın düşman pozisyona geçmeyeceğinin de, bugün altını oymaya ya da zayıflatmaya çalıştıklarıyla yarın kolkola girmeyeceğinin de hiçbir garantisi yoktur.
ABD emperyalizmi Ortadoğu’da yenildi mi?
ABD’nin her taktik adımından ya da “geri çekilme” açıklamasından onun yenildiği sonucunu çıkartmak kendini rahatlatmaktan başka bir anlama gelmiyor maalesef. Dün Afganistan ve Irak’ta “ABD emperyalizmi batağa saplandı” tespitini yapanların tutumlarının ne denli gayri ciddi olduğu kısa sürede açığa çıkmıştı. Yürüyen süreci doğru kavramak, kendi gönlümüzden geçenler ya da temennilerimizle gerçekliği birbirine karıştırmamak büyük önem taşıyor.
Trump “çekilme hamlesi”yle yeni bir durum yaratmıştır. Suriye savaşında devreye Rusya’nın girmesiyle birlikte ABD’nin planları sekteye uğramıştı. Rojava’da önemli bir mevzi kazanmış olsa bile bunu kısa vadede kalıcılaştırmanın hiç de kolay olmadığı ortaya çıkmıştı. Batılı müttefiklerinin yanı sıra TC’yle ilişkilerinin giderek kötüleşmesi, TC’nin Rusya-İran blokuna yaslanarak ABD’nin Ortadoğu politikalarına çomak sokmaya çabalaması, İran’a karşı Batılı emperyalist blokun ortak tavır almaması gibi olgular, Suriye’de yürüyen savaşın tıkanma noktasına geldiğini gösteriyordu. Başından beri, ABD açısından Suriye, kendi başına stratejik bir hedef değil, ikincil bir hedefti. Onun esas hedefi İran’dı ve halen de öyledir. Üstelik Suriye’de yaşanan savaş, İran’ın daha da kuvvetlenmesine yol açtığı gibi, ABD merkezli İran karşıtı cephenin de zayıflamasına yol açtığından, İran meselesi ABD açısından daha da acil hale gelmiştir.
İşte bu koşullarda Trump bir hamle yaparak, yeniden inisiyatif kazanmayı, savaşın doğurduğu dengeleri ve ittifakları silkeleyerek, tıkanan sorunları kendi çıkarları doğrultusunda çözmeyi hedefliyor. Görünen o ki, sonuç da alıyor. TC’yi pışpışlayarak Rusya’dan uzaklaştırıp yeniden kendisiyle aynı çizgide ve İran’a karşı konumlandırmak, bu taktik adımın hedeflerinden biridir. Trump bu hamleyle hem emperyalist Batılı güçlere hem de Ortadoğu’daki ortaklarına ellerini taşın altına daha fazla koyma basıncı uygulamaktadır ki, gelen tepkiler bu basıncın işe yaradığını gösteriyor. Fransa, Rojava’dan çekilmeyeceğini ve asker sayısını arttırabileceğini açıklıyor.
Trump’ın hamlesinin Kürt güçleri şimdilik zora soktuğu ortadadır. Bunu Kürt güçlerin çeşitli açıklamalarından da anlamak mümkün. Yürüyen savaşta Rojava’daki Kürt hareketinin çıkar ve taktikleriyle ABD’ninkilerin her zaman örtüştüğünü söylemek mümkün değil. Rusya ve Esad’ı kategorik olarak karşısına almak istemeyen YPG’nin kimi adım ve tutumlarının ABD’nin işine gelmediği çeşitli durumlar yaşandı. Son olarak Irak’taki Rojava peşmergelerinin tekrar Suriye’ye getirilmesine ve Suudi ve Mısır güçlerinin bölgeye intikaline YPG karşı çıktı. Bilindiği gibi Afrin sorununda da YPG ile ABD’nin tutumları örtüşmemiş, ABD Afrin’in TC tarafından işgaline kerhen de olsa olur vermişti.
Trump bu adımla Suudileri de hizaya davet etmektedir. Kimi konularda başına buyruk davranması, Kaşıkçı cinayeti gibi durumlarla ABD’yi zora sokması, petrol fiyatlarının düşmesine karşı ABD’nin hilafına adımlar atması, Rusya’yla ilişkileri geliştirmeye çalışması gibi hususlar Amerikan emperyalizminin işine gelmiyor. Gerek YPG’yle ilişkileri geliştirerek gerekse de Arap aşiretleri üzerinden Suudilerin Rojava’da ciddi bir etkisi sözkonusu olduğundan, ABD’nin çekilmesi Suudilerin de işine gelmiyor. Basınç işe yaramış olacak ki, Trump, Suudilerin mali katkıyı arttıracakları ve Suriye’yi yeniden inşa edeceklerini, “gördünüz mü haklıymışım” mealindeki sözlerle açıkladı. Hemen öncesinde de Suriye’nin “kapı komşusu” TC’nin “IŞİD’le mücadeleyi” üstlendiğini söylemişti.
Sonuç olarak ABD emperyalizmi, Ortadoğu savaşında yenilmiş de değildir, tası tarağı toplayıp Ortadoğu’yu terk etmeye de hazırlanmamaktadır, Ortadoğu halkları için barışın hüküm süreceği yeni bir dönem de başlamamaktadır.
TC kazançlı mı çıktı?
Trump’ın kararından önce, Erdoğan Rojava’ya askeri operasyon tehdidini savururken, Türkiye’nin “yeteri kadar zaman kaybettiğini, bundan sonra tek bir günlük gecikmeye dahi tahammülü kalmadığını” söylüyordu. Ne var ki “tek bir gün bile” gecikmeyeceğiz denmesine rağmen, ABD ve Rusya’yla yürütülen pazarlıklar ve onlardan olur alma çabası istenen sonucu vermediğinden, harekât beklemeye alınmış gözüküyordu. Bu durum, böbürlenerek prim toplamaya çalışan Erdoğan’ı zora sokacaktı ki, Trump’ın “Suriye’den çekileceğiz” açıklaması geldi. Kısa bir şaşkınlığın ardından faşist iktidarın medyası, TC’nin gücünden, Erdoğan liderliğinin dirayetinden, ABD’ye geri adım attırıldığından vb. dem vurmaya başladı. Erdoğan değişen koşullar nedeniyle harekâtı ertelediklerini açıklasa dahi, diplomatik bir zafer kazandıklarını her fırsatta yineliyor. Gerçekler dünyasında yaşananlarsa, faşist rejiminin işinin hiç de iddia edildiği gibi kolaylaşmadığının işaretlerini veriyor.
Nitekim ABD’nin çekilmesiyle TC’nin Kürtlere karşı girişeceği bir operasyonun önünde hiçbir engel kalmayacağı şeklindeki yorumların abartılı olduğu ortaya çıkmıştır. Tersine, ABD’nin çekilme açıklaması, mevcut diğer dengeleri dikkate almak zorunda olan TC’nin böylesi bir operasyona girişmesinin şimdilik önüne geçmiştir. Zaten ABD oradan çıkarsa, TC’nin oraya girmesine, Rusya’nın da, İran’ın da olur vermesi düşünülemez. Daha şimdiden bu güçler, ABD’nin çekilmesi durumunda bölgenin Esad rejiminin denetimine girmesi gerektiğini net bir şekilde açıklamış durumdalar. ABD’nin bölgedeki ana ortakları olan İsrail ve Suudi Arabistan da, Almanya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere AB ülkeleri de TC’nin Rojava’ya girerek bölgede etki alanını genişletmesini istemiyorlar. Zira bu hem Kürt hareketinin ciddi mevzi kaybetmesi hem de TC’nin buradan aldığı güçle Ortadoğu’da daha fazla at oynatma arzusunun yeniden canlanması anlamına gelirdi.
TC egemenleri, daha düne kadar, ne zaman ABD’yle pazarlıklar tıkanma noktasına gelse anti-Amerikancı bir söylemi körüklediler, belli tavizler kopardıklarında da bu söylemin dozunu azalttılar. Pazarlık başlıkları çeşitli olsa da, en öne çıkan husus, ABD’nin Suriye’de Kürtlere verdiği destek hususuydu. TC, ABD’nin Kürtlerden desteğini çekmesini ve Ortadoğu’daki işlerini kendisiyle birlikte yürütmesini istiyor, stratejik hedeflerinin başında bu geliyordu. Faşist iktidar, eğer ABD, TC ile Kürtler arasında kesin bir tercih yapmak zorunda kalırsa TC’yi seçeceği inancıyla hareket ediyor ve adımlarını bu doğrultuda atıyordu. ABD ise böyle bir tercih noktasından kaçınarak zaman kazanmaya ve her iki tarafı da oyalayarak idare etmeye çalışıyordu.
TC, ABD’nin Suriye’den çıkmasını istiyor değildir! Bugün eğer ABD Suriye’den gerçekten de çekilirse, TC, Fırat’ın doğusuna girmek bir yana, işgal ettiği Suriye topraklarını boşaltmak üzere Rusya ve İran’dan gelecek ağır bir basınç altında kalacaktır.
Kürtlerin önünü kesmek için kırk takla atan TC her seferinde kendisini yeni bir belânın içine sürüklüyor. Rusya’yla yakınlaşmasının diyetini, İdlib’deki cihatçıları kontrol altına alma ve temizleme işinin kendi sırtına yıkılmasıyla ödemek zorunda kalan TC, şimdi de Trump’ın taktiksel adımıyla, IŞİD’le mücadele ihalesini kucağında buluverdi. İki yıl öncesine kadar IŞİD’i el altından destekleyen TC artık onu yok etme göreviyle baş başadır. Bir başka deyişle bundan sonra yaşanacak IŞİD saldırılarından dolaylı olarak TC de sorumlu tutulabilecektir. Dolayısıyla, Trump’ın bu adımı, TC’nin Rojava’ya girmesini daha da zorlaştırdığı gibi, Rusya-İran blokuyla kurduğu ittifakı da dinamitleme potansiyeli taşımaktadır.
Fırat’ın doğusu ve Menbiç yarışı
Suriye savaşındaki ittifakların çelişkili yapısını daha önce çok vurguladık. Bunların bir kısmı, özellikle de içinde TC’nin oldukları epey sallantılıdır. TC, Kürt hareketinin önünü kesmek için Rusya’ya yanaşmak zorunda kalırken, bir yandan da ABD’yle ilişkilerini koparmak istememektedir. Hem Rusya hem de ABD, bir taraftan Kürtleri karşılarına almak istemezken bir taraftan da TC’yi kendi saflarına çekmeye ya da bu saflarda tutmaya çalışmaktadırlar. Daha önce çok vurguladığımız üzere, Rojava, Suriye’deki savaşın ana düğüm noktası ve son sahnesi olmaya aday cephesidir. İdlib meselesinin hallinden sonra Rojava’nın gündeme kaçınılmaz olarak geleceğini söylemiştik. TC de bunu bildiğinden mümkün olduğunca İdlib meselesini pörsütmeye ve zaman kazanmaya çalışıyor, Rusya’yı da oyalamaya gayret ediyordu. İşlerin kendi lehine geliştiğini bilen Rusya da acelesi olmadığından, TC’nin bu tutumunu tolere ediyordu. Trump yaptığı hamleyle bu dengeyi de bozarak, buyurun çözün bakalım demiş ve Rojava meselesini gündemin temel başlığı haline getirivermiştir.
ABD ve TC bu bölgelerin rejimin denetimine geçmesini istemezken, Rusya ve müttefikleri de TC ordusunun ya da onun beslemesi durumundaki ÖSO’nun bölgeye girmesine karşı çıkıyor. Bölgedeki esas güç olan Kürt hareketi ise, varlığının devamı için hem AB ülkeleriyle, hem de Rusya ve Esad rejimiyle görüşmeler yapıp yeni ittifaklar geliştirmeye çalışıyor. Gerçekte ABD’nin kuklası olan Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Türkiye’yi durdurmak için Esad ve YPG arasında aracılık ederek, Esad’ı Kürtlerin taleplerine ikna etmeye çalıştığı söyleniyor. Rusya’nın da aynı yönlü basınç bindirdiği biliniyor.
Daha Trump çekilme açıklamasını yapmadan önce, Erdoğan Fırat’ın doğusuyla tehdit edip dümeni Menbiç’e kırmıştı bile. Zira Menbiç için ABD’yle güya bir anlaşma yapılmıştı ve bu açıdan oraya yüklenmenin zemini daha güçlüydü. Yaklaşan seçimlerden önce Menbiç’in ele geçirilmesi, Erdoğan açısından hem “dış politika başarısı” hem de “askeri bir zafer” olarak sunulabilecek bir şeydi. Trump’ın açıklamasının ardından TC Menbiç’e doğru seferber oldu. 15 bin kişilik ÖSO güruhu Menbiç’e yönlendirildi, TC sınırdaki askeri yığınağını arttırdı. Ne var ki, YPG’nin Esad ve Rusya’yla anlaşmasıyla (buna göre, ABD Menbiç’i boşaltırsa, kent ve civarı rejimin kontrolüne bırakılacak) Erdoğan avucunu yalayacak gibi görünüyor. Bu konuları konuşmak üzere Moskova’ya giden Türk heyetinin gerçekleştirdiği toplantıdan da, “terörizme karşı işbirliğinin devam edeceği” gibi harcıâlem bir açıklamadan başka bir şey çıkmadı. Daha birkaç gün önce Rus yetkililerin “YPG’yi terörist olarak görmediklerini” vurgulayan açıklamalarıyla birlikte düşündüğümüzde, Türk heyetinin eli boş döndüğü sonucunu çıkartabiliriz. Toplamda bakıldığında Trump’ın açıklaması gündeme tarafların yeni taktik manevralarını getirmiştir ve her güç, rakibinin oyununu bozacak şekilde hareket etmektedir. İşte hâlihazırda olan budur.
Enternasyonalist Komünist
link: Enternasyonalist Komünist, Suriye Savaşında Taktik Manevralar, 4 Ocak 2019, https://enternasyonalizm.org/node/243
“Demokrasi” Vitrini Ardında Faşizm
Savaş koalisyonu duvara tosladı; kanlı tuzaklara dikkat!