BASINDAN

Demokrasi Kitlelerin Verdikleri Mücadele ile Kazanılabilir

Sermayenin hoşuna gitmeyen, onu ürküten birçok özelliğine rağmen T. Erdoğan ve AKP’nin iktidardan düşmesi, hele bir de demokratik bir halk tepkisiyle devrilmesi, mevcut düzen için çok büyük bir risktir.

7 Haziran 2015’te yapılan seçimden sonra Türkiye’de göstermelik parlamenter sistem ortadan kaldırılmıştır. Bu, sadece T. Erdoğan’ın fiili bir uygulamasından ibaret değildir. Tüm büyük sermaye çevreleri, MHP ve ulusalcı çevreler bu konuda T. Erdoğanla fikir birliği içindedirler.

Parlamento egemen sınıflar açısından, düzeni değiştirecek güçlerin ve ideolojilerin meclise girmesine engel olursa ve bu güçlerin ezilmesine hizmet ederse, bir değer ifade eder.

Nitekim sadece 1946’dan günümüze uzanan sürece bakmak bile bunu görmeye yeter. 1946’da açılan sözde çok partili meclis, sola, demokratik haklarını isteyen Kürtlere ve gayrımüslimlere sımsıkı kapalıydı. Kurulan iki sol parti ve devletin denetiminde olmayan sendikalar kapatılmış, sol gençlik örgütlenmesi tutuklamalarla dağıtılmış, muhalif yayın organları basılıp talan edilmiş ve çok partili (!) sisteme geçilmişti. Ama gene de ne olur ne olmaz diye tedbir kabilinden, İ. İnönü bir de seçimlerin açık oy gizli sayımla yapılacağını emreden yasa çıkarmıştı. Bu yasa 1950 yılında, seçimleri Demokrat Parti’nin kazanacağı, yani düzen açısından tehlike olmadığı kesinleşince kaldırılmıştı.

Daha sonraki süreçte de parlamento, devrimci güçlerin, toplumsal muhalefetin gelişimini engelleyemeyecek duruma düştüğünde, askeri cuntalar tarafından kaldırıldı. Kaldırılan parlamentolar, Anayasa değiştirilerek, yeni seçim yasaları çıkartılarak, muhalif güçlere karşı yeniden tahkim edildikten sonra tekrar açıldılar.

7 Haziran seçimlerinde, egemen sınıfların geçilmez, yıkılmaz zannettikleri yüzde 10’luk seçim barajı, Kürtler, devrimciler, Aleviler, gayrımüslimler, hatta daha önce MHP ve CHP’ye oy veren hoşnutsuz kitle tarafından tuzla buz edildi. Eğer işler kendi haline bırakılmış olsaydı arkası çorap söküğü gibi gelecekti. Gezi ayaklanması özellikle gençlerin hafızasında, daha dünkü bir olay olarak tazeliğini ve hatta özlemini koruyordu. Bu nedenle artık işe yaramaz hale gelmiş bulunan yani düzene muhalif güçlere açık hale gelen, devrimci güçlerin örgütlenmesini, güçlenmesini engelleyemeyen parlamentoyu kaldırmaktan başka çare yoktu.

Devrimci güçler, kanun falan da takmayan yol ve yöntemlerle bir an evvel sindirilmeli, kazandıkları mevziler yok edilmeliydi. Daha önce askeri cuntalarla yapılan işler bu sefer AKP ve T. Erdoğan aracılığıyla yapılmalıydı. Zaten T. Erdoğan kendisini iktidarda tutacak her türlü yönteme dünden razıydı. Düzen güçleriyle hemen uzlaştı. 7 Haziran seçimleri yapılmamış sayıldı. Toplumsal muhalefete ve Kürtlere karşı kelimenin gerçek anlamıyla savaş açıldı. CHP yönetimi bu işe açıktan destek vermedi. Çünkü böyle yaparsa, toplumsal muhalefeti oyalayıp, düzen içinde tutacak, 7 Haziran seçim sürecinde oluşmuş muhalif cepheyi parçalayacak, işçi sınıfı hareketini frenleyecek bir araç kalmayacaktı. Bu nedenle CHP yönetimi muhalefet edermiş gibi yaptı. Bu muhalefet, ”erkeksen çık karşıma” türünden yüksek perdeden meydan okuyordu ama içerik olarak boştu. Çünkü kitleleri mücadeleye değil, uslu durmaya, seçimlere kadar sabretmeye ve oy kullanmaktan başka bir şey yapmamaya çağırıyordu. Hedef olarak AKP’den çok Kürtleri gösteren, HDP’lilerle yan yana gelmemek için köşe bucak kaçan bir muhalefetti bu.

  1. Akşener’in İyi Partisi de, ülke sorunlarına hiçbir alternatif önermeyen, ülkede parlamenter sistem ve muhalefet varmış gibi göstermekten başka bir işe yaramayan, vitrini süsü durumundadır.

Sermaye T. Erdoğan’a mecburdur

Sermayenin, T. Erdoğan’dan memnun olmadığı, hatta çekindiği, ürktüğü bir gerçek. Ama kaldırılıp atılan parlamenter sistem yerine konulmak istenen sistemin yürütülebilmesi için, başka hiçbir alternatifleri yok. T. Erdoğan ve AKP’nin sistem için yaptıklarını yapabilecek ne bir parti ne de bir lider var. Örneğin toplumsal muhalefeti alalım. Bugün T. Erdoğan değil de başka biri iktidarda olsaydı, bütün dindarlar ve cemaatlerin kitlesi, Filistinliler için, İsrail işbirlikçisi politikalara karşı meydanlarda olurdu. Dün dediğinin ve yaptığının bugün tamamen tersini yapıp ta, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde kırkından hiçbir tepki görmeyecek başka bir lider var mı? İşçi sınıfını, Hak-İş, Türk-İş ve Memur-Sen gibi emir kulu sendikalarla, baskı ve yasaklarla denetim altında tutabilecek başka alternatif var mı? AKP iktidardan düştüğü ve işçi hareketi üzerinde baskıların hafiflediği gün bu sendikalar darmadağın olacaktır.

Devrimciler, Kürtler, muhalif olan herkes üzerinde böyle keyfi bir baskı uygulayabilecek, yerel mahkemelerden, savcılardan, Anayasa Mahkemesine, Danıştay’a kadar bütün hukuk sistemini parmağında oynatabilecek başka biri var mı?

Sermayenin hoşuna gitmeyen, onu ürküten birçok özelliğine rağmen T. Erdoğan ve AKP’nin iktidardan düşmesi, hele bir de demokratik bir halk tepkisiyle devrilmesi, mevcut düzen için çok büyük bir risktir. AKP’nin demokratik bir halk tepkisiyle yani, gençlerin, Kürtlerin, Alevilerin, devrimcilerin, dindarların, laiklerin katıldığı bir hareketle devrilmesi halinde kurulacak olan hükümet, en başta Kürtlerin, işçi sınıfının, laiklerin, Alevilerin ihtiyaçlarına cevap vermek zorunda kalacaktır. Şimdiki sistem bunu kaldıramaz. T. Erdoğan da sistemin kendine mecbur olduğunu bildiği için; “madem bana mecbursunuz, öyleyse beni padişah yapın, ailemi, yakın çevremi ömür boyu dokunulamaz hale getirmek için yaptıklarıma sesinizi çıkarmayın” diye dayatıyor.

Sonuca gelirsek. Parlamenter sistem kaldırılıp atılmıştır. Artık seçimlerle, 7 Haziran 2015 öncesi parlamenter sisteme bile dönmek mümkün değildir. Çünkü egemen sınıflar 1946’dan beri yaptıkları biçimde, kendi egemenliklerine hizmet etmeyen böyle bir parlamentonun kurulmasına izin vermeyeceklerdir. Bundan da önemlisi AKP ve T. Erdoğan, yüzde 60, yüzde 70’le kazanma garantisi olmayan bir seçime girmeyeceklerdir. AKP, iktidarı seçimle bırakmayacağını defalarca göstermiştir. Örneğin AKP, 7 Haziranda seçimi kaybettiği halde iktidardan gitmedi. Referandumda da gerçek sonuçlar yerine, kendi istediği sonucu dayattı ve kabul ettirdi. Bundan sonraki seçimde AKP, 7 Haziran seçiminde ve referandumda aldığı riskleri bile almayacak, yaptığı yasal düzenlemelerle, yüzde 60, yüzde 70’ten az oy alma ihtimallerini tümüyle yok edecektir. Halkın fiili tepkileri örgütlenmez, mahkemelere ve basına şikayetle yetinilmeye devam edilirse olacağı budur.

Türkiye’ye demokrasiyi getirebilecek tek güç halkın demokratik eylemidir. Halk tepkisinin örgütlenmesinin önündeki en büyük problemlerden biri, CHP Genel Başkanının ve yakın siyasi çevresinin tavrıdır. CHP Genel Başkanı mevcut sistemi meşrulaştırıyor. Bütün sorunların seçimle çözüleceğini söyleyip, kitleleri hareketsizleştiriyor. Demokrasiyle, taşıdıkları isimle hiçbir ilgisi kalmamış olan mahkemeleri, Anayasa Mahkemesini, meclisi umut diye gösteriyor. En büyük tepkisi, Anayasa Mahkemesine gitmek ve seçimde hesap sormaktan ibaret. Savaş destekçiliği, muhalif güçlere Atatürkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini zorla dayatması da cabası.

Elbette parlamentoda, demokratik kurumlarda kazanılmış olan mevziler, tüm engellemelere rağmen sistem içi yol ve yöntemler bırakılmamalıdır. Bunlar sonuna kadar kullanılmalıdır ama bunlar tek umut olarak gösterilmemelidir. Sınıf mücadelesi tarihimiz, demokratik hakların, onlar uğruna kitlelerin verdikleri mücadeleyle kazanıldığını gösteren örneklerle doludur.

link: Osman Tiftikçi, Demokrasi Kitlelerin Verdikleri Mücadele ile Kazanılabilir, 15 Nisan 2018, https://enternasyonalizm.org/node/172

yayın tarihi: 11 Mayıs 2018