Medya tekeli faşist rejimler için olmazsa olmaz denilecek düzeyde önemli bir konudur. Hem iktidarın propagandasının yoğun bir biçimde kitlelere ulaştırılması bakımından, hem de bu propagandanın etkisini azaltacak veya bozacak çatlak bir sesin çıkmasının önüne geçmek bakımından bu böyledir. Nitekim Erdoğan faşizmi de bu konuya çok büyük önem vermiştir ve medya tekeli oluşturmak için her yola başvurulmuştur. Öncelikle iktidarın dümen suyundan gitmeyen medya kuruluş ve çalışanlarına muazzam bir baskı yapıldı. Muhalif gazeteciler işlerinden oldu, gözaltına alındı, yargılandı, tutuklandılar. 24 Haziran seçimlerinin öncesinde ise burjuva medyanın sembolik grubu Doğan Medya, iktidara yakınlığıyla bilinen Demirören’e teslim edilerek ana akım burjuva medya üzerindeki faşist tekel tamamlanmış oldu. Zaten kolu kanadı kırılmış olan Doğan Medya’nın bu şekilde devri, faşizmin çatlak seslere tahammülsüzlüğünün tipik bir göstergesiydi. Faşist rejim tamamıyla ele geçiremediği veya sindiremediği muhalif medyayı ise kendisi açısından en az tehlikeli hale getirmeye çalışmaktadır.
Bu medya operasyonlarının sonucu olarak gelinen aşamada muhalif olarak tarif edebileceğimiz medya organlarının sayısı son derece azalmıştır. Hem mali hem de siyasi baskılar yüzünden çok sayıda gazete, dergi ve televizyon kanalı kapanmıştır. Ancak faşizmin medya baskısı muhalif yayın faaliyetini tümden sona erdirememiştir. Geleneksel medya kanallarının tıkandığı noktada, muhalif kesimler seslerini internet üzerinden duyurmanın yollarını aramaya başladılar. Böylece siyasi ve mali açıdan iktidarın sopasından biraz daha uzak bir alanda mevzi tutmaya çalışıyorlar. Biraz daha uzak diyoruz çünkü iktidarın bir internet sitesini keyfi bir karar ile erişilemez hale getirmesi işten bile değil. Ancak diğer yandan bu yasaklamalar internetin aşamayacağı kararlar değiller. VPN kullanarak yasaklı sitelere erişim sağlamak için bilişim uzmanı olmak gerekmiyor.
İnternet ortamı, sağladığı teknik kolaylıklar, daha düşük maliyet ve bazı açılardan henüz tamamıyla devlet kontrolüne girmediği için daha az bürokratik engeller olması veya bunların bir şekilde aşılabilmesi ile muhaliflere büyük olanaklar sağlıyor. Bir anlamda görece daha özgür bir ortam sunan ve daha geniş kitlelere ulaşabilmeyi mümkün kılan internet, çağımızın en güçlü medya ortamlarından birisi haline gelmiş durumda. Bu yüzden geleneksel medya da giderek kendisini bu alanda daha çok var etmeye çalışıyor. Çoğu gazete basılı yayın yapmak yerine internet üzerinden yayın yapmayı tercih ediyor. Televizyon kanalları da karasal veya uydu yayınlarının yanı sıra internet üzerinden yayın yaparak maksimum düzeyde izleyiciye ulaşmaya çalışıyorlar.
Televizyon, günümüz dünyasında çok etkili bir kitle iletişim aracı olarak önemini koruyor. Filmler, tartışma programları, haber bültenleri, siyasetçilerin konuşmalarının naklen yayınlanması vb. gibi programlar ile izleyicinin düşüncesini belirlemede, algı operasyonu gerçekleştirmede son derece işlevli bir araç. Nasıl ki Nazi faşizmi radyoyu etkin bir propaganda aracı olarak kullandıysa, günümüz Türkiye’sinde Erdoğan iktidarı da televizyonu aynı şekilde kullanıyor. TRT kanalları, A Haber gibi mütemadiyen iktidar propagandası yapan, gerçekliği çarpıtan kanallar topluma iktidarın vermek istediği mesajı iletiyor. Doların başını alıp gittiği, ekonomik sorunların ayyuka çıktığı dönemlerde bile bu kanallarda, Türkiye’de her şeyin iyi olduğu, dış güçlerin Türkiye’yi kıskandıkları gibi argümanlarla gerçeğe takla attırılan programlar yayındadır. İktidarı destekleyenler bu kanalları izleyerek zehirlenirken, muhalif kitleler ise bir iki televizyon kanalının yanı sıra internet televizyonlarına veya sosyal medya üzerinden yayın yapan kanallara yöneliyorlar.
Bu yüzdendir ki, geleneksel medyayı kontrolü altına alan faşist iktidar kaç zamandır gözünü internetten yayın yapan televizyon kanallarına dikmiş durumda. Mart ayında internet üzerinden yapılan yayınları düzenleyen yasa Meclisten geçerek onaylanmıştı. Radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen kanuna yapılan ekle internet ortamından yayın yapanlara RTÜK’ten lisans alma zorunluluğu getirilmişti. Yayın lisansı verilmesine ve söz konusu yayınların denetlenmesine ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar ise altı ay içerisinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından hazırlanacaktı. Eylül sonunda söz konusu yönetmeliğin taslağı yayınlandı. Bu taslak henüz onaylanmış durumda değil ama birçok yönüyle faşist iktidarın niyetini ortaya koyuyor. Aslında lisans alma usul ve esaslarının kâğıt üstünde ne olacağından bağımsız olarak, internet tv yayınlarına lisans zorunluluğunun getirilmesinin iktidarın onayını almakla eşdeğer olduğu çırılçıplak ortadadır. Bu lisansı verecek olan RTÜK iktidarın denetimindedir. Meclisteki partilerin sandalye sayısına göre belirlenen 9 RTÜK üyesinin çoğunluğu AKP-MHP ittifakındadır. Dolayısıyla bu kuruldan çıkacak kararları esas belirleyen faşist iktidardır. Bunun anlamı sakıncalı görülen yayıncılara lisans verilmeyeceğidir. Bu sakıncalılığı belirleyecek ise “esas ve usuller” değil yayının iktidarın politikalarına karşı pozisyonudur.
RTÜK istediği gibi hareket edebilmek için yönetmeliği özellikle bazı noktalarda kasten muğlâk bırakmıştır. Bu muğlaklık iktidara bir esneklik ve hareket alanı tanıyacaktır. Meselâ iktidar yanlısı RTÜK üyeleri düzenlemenin bireysel iletişime yönelik bir sınırlama veya yasak anlamına gelmediğini; Netflix, Puhu gibi haksız ve ucuz rekabet üreten ve denetlenemeyen yayın platformlarına getirildiğini savunmakta, hatta mevcut düzenlemenin AB kriterleri çerçevesinde yapıldığını iddia etmektedirler. Yasa ve yönetmelikten bu platformların Türkiye’de legal olarak çalışmalarını devam ettirebilmeleri için yayın lisansı almaları gerektiği sonucu çok açık bir şekilde çıkartılabiliyor. Yani hedefte bu platformların da olduğu açıktır. Ancak kendi siteleri üzerinden veya Youtube, Scope gibi ortamları kullanarak yayın yapanların durumunun ne olacağı belirsizdir. Meselâ Medyascope gibi internet siteleri de yayın lisansı almak zorundalar mı, belli değil. Önümüzdeki haftalarda yeni düzenlemenin nasıl sonuçlar getireceğini göreceğiz. Ama düzenlemenin iktidara sınırsız bir yasaklama, karartma olanağı tanıdığı ortadadır ve iktidarın bundan sonuna kadar faydalanacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Düzenlemeyle birlikte, yayın lisansı olmadan internet üzerinden faaliyet yürüten çeşitli türlerdeki televizyon kanallarının web sitelerine erişim engeli konulabilecek. Erişim engeli duruşma yapılmaksızın 24 saat içinde uygulanabilecek. Ayrıca içeriği sakıncalı bulunan yayınlar için hapis ve para cezası da uygulanacak.
İnternet yayınlarına yönelik düzenleme ile hem Netflix gibi tv platformlarını kontrol altına almak hem de bunların elde ettiği gelirin bir kısmına el konmak istendiği açıkça görülüyor. Ama iktidarın tek amacının bir gelir kapısı yaratmak olmadığını anlamak için bugüne kadarki uygulamalarına bakmak yeterlidir. Kâr amaçlı bu kuruluşların 100 bin lira tutarındaki lisans ücretini ödemeleri veya diğer belgeleri sunmaları aşılamaz problemler değildir. Ancak sınırlı sermayeye sahip muhalif yayıncılar için bu tutar epey büyük bir meblağ demektir.
Lisans almak için 100 bin liralık lisans ücretini ödemek yetmiyor elbette. Yönetmelikte ayrıca yayın yapacak şirketin yöneticilerinin kimlik numaraları, ikametgâh bilgileri ve adli sicil kaydı isteniyor. Bunun anlamı internette anonim bir şekilde yayın yapma imkânının ortadan kaldırılmak istenmesidir. Özgürlükler âlemi olarak da tarif edilen internete faşizmin prangası vuruluyor. Böylece daha baştan sakıncalı olduğu düşünülen kişilere yayın hakkı verilmeyecek. Ezkaza verilse de RTÜK’ün kontrollerinde sakıncalı bulunan yayın için uygulanacak yaptırım erişim yasağı ile sınırlı kalmayacak. Lisans sahibi işlediği “suçtan” dolayı cezalandırılacak. Türkiye zaten tutuklu gazeteci sayısı ile basın özgürlüğü bakımından dünyanın en geri ülkeleri arasında yer alıyor. Şu anda 100’ün üzerinde gazeteci ve medya çalışanı hapiste. Bunun haricinde sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlar nedeniyle her gün birkaç kişi tutuklanıyor. İçişleri Bakanlığının resmi verilerine göre sadece Eylül ayının son haftası içerisinde “349 sosyal medya hesabı ile ilgili çalışma yapılmış, tespit edilen 285 kişi hakkında yasal işlem yapılmıştır”. Haftalık yayınlanan raporlardan görülüyor ki her hafta yüzlerce kişi sosyal medya paylaşımları yüzünden soruşturmaya tâbi tutuluyor. Türkiye’ye karşı “ekonomik savaş başlatıldığı dönemlerde” veya “vatan savunması için Afrin’e savaş açıldığı” zamanlarda bu sayılar artıyor! İktidarın politikalarına dönük en ufak eleştiri bile faşist devletin gözaltı veya tutuklaması ile sonuçlanıyor. İktidar böylece hem yaratmak istediği atmosferi bozacak en ufak sesi bile kesiyor hem de toplumun tamamına bir gözdağı veriyor.
Faşist iktidar, yalanlar üzerine inşa ettiği propagandaya internet yayınları üzerinden sınırlı biçimde karşı çıkılmasına bile tahammül edemiyor. Faşist medyanın kimi durumlarda gerçeklerin üstünü örterek, kimi durumlarda ise gerçekliği çarpıtarak oluşturduğu yalanlar dünyasının bozulmasını istemiyor. Ancak gerçekler direngendir. Faşizmin baskıları ne gerçekleri ortadan kaldırabilir ne de iktidarı ebediyete kadar baki kılabilir.
Enternasyonalist Komünist
link: Enternasyonalist Komünist, Faşizmin Medya Baskısı Artıyor, 5 Ekim 2018, https://enternasyonalizm.org/node/227
İşçi Sınıfı Faşizmin Saldırı Menzilindedir
Korkuyor ve nefret ediyorsunuz işçiden