Fırtınalara Rağmen Yeşermesini Bilmek

 

Acılar dayanıklılığımızdır bizim

Sevinçler yarına umudumuz

Günler biraz zor gelse de

Karanlıklar tanrısı söndüremez ateşimizi

Sevinci biriktirir

Kara gün cimriliğiyle

Coşturur çayları

Okyanusları köpürtürüz!

Yüreğimizde, ellerimizde, bilincimizde

Büyülü bir hüner var

En derin acıları bile

İnançlı bekleyişlere dönüştürürüz...[1]

“12 Eylül dönemi bu topraklarda yaşayan devrimci insana, faşizmin gerçekte ne demek olduğunu doğrudan öğretti. Faşizm ‘içerde’ olana da olmayana da baskı ve işkencenin acısını fazlasıyla yaşattı. O günlerin beraberinde getirdiği ölümlerin acısı unutulamaz; insanların yüreklerinde açtığı yaralar hâlâ sızlar. Zor günler zor sınavlara çeker insanı. Çekilen tüm acılara karşın, devrimci bayrağı yarınlara taşıyabilmek için tarihsel iyimserliği her daim yeşertmek gerekir. İnancı ve umudu acıya katık eyleyip yola devam etmeyi becermektedir hüner. Bu noktada bazen düz yazının hükmü sona erer ve şiir egemenliğini ilan eder.”[2]

Sınıflı toplumların ortaya çıktığı ve ezilenlerin sömürüden kurtuluşu düşlediği ilk zamanlardan beri bu düş uğruna mücadele edenler imgelerden güç aldılar, dirençlerini imgelere akıttılar. Fırtınalara rağmen yeşermesini bilmek için köklerini şiirin toprağına saldılar. Devrimci şiir, yaşamın içinden çıkar, yaşama tanıklık eder; insanı, toplumları etkiler. Yaşamın tüm renkleri, insanın, insanlığın tüm deneyimleri dizelere yansır. Devrimci şiir geçmişten bugüne ve bugünden yarına köprüler kurar, aktarır, öğretir, değiştirir. Devrimci dizeler, tarihin zorlu dönemlerinden geçerken çekilen acıları, direnmeleri, deneyimleri ve mücadeleleri ifade eder. Sömürü ve zulüm bitinceye, acı ve gözyaşı dininceye kadar geçilecek zorlu yolları, tırmanılacak sarp kayaları, tuzağa çekecek uçurumları, akıl çelecek serapları hatırlatır.  Devrimci dizeler deniz feneri gibi yol gösterirler, eşlik ederler. Sarp mücadele yolunda yürüyenlere o yol boyunca tutunacakları dallar uzatırlar. Haklı bir davanın taşıyıcısı olan devrimci insanı asla yalnız bırakmazlar. Zor günlerde “düz yazının hükmünün sona ermesi ve şiirin egemenliğini ilan etmesi” işte bundandır.

Daha çok

acı çeker

başkalarından,

güçlü olan.

Çünkü taşır

yüreğinde

acılarını, sevinçlerini

tüm dünyanın.

Güçlü,

bilir misin,

neden güçlü?

Hem ağlar

hem türkü söyler

de ondan.[3]

Zor günler, zorlu sınavlar

Asrım sefil,

                 asrım yüz kızartıcı,

     asrım cesur,

                         büyük

                                   ve kahraman.

     Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.

     Ben yirminci asırlıyım

     ve bununla övünüyorum.

     Bana yeter

     yirminci asırda olduğum safta olmak

                                                      bizim tarafta olmak

     ve dövüşmek yeni bir âlem için...[4]

İnsanlığın tarihsel serüveninde kapitalizmle birlikte öyle bir zamana ulaştık ki nihayet sınıflı toplumlar parantezinin kapanması artık mümkün. Ezilenlerin en sonuncu kavgası zafere ulaşabilir, sosyalist bir dünya inşa edilebilir. Ancak tarihsel açıdan zamanını doldurmuş, köhnemiş, çürümüş kapitalist sistem var olmaya devam ediyor. Bir yandan emekçi yığınları alternatifi olmadığı konusunda aldatmaya çabalarken bir yandan da baskı ve zorbalıkla kendini tahkim etmeye çalışıyor. Tarihsel kriz içindeki kapitalizm kurtuluşu bir kez daha savaş ve otoriterleşmede arıyor. Amansız çelişkileri içinde debelenirken karamsarlık, umutsuzluk ve korku yayıyor.

Sınıf devrimcileri, toplumdaki boğucu atmosfere kapılmaksızın insan toplumlarının tarihinin bilimsel çözümlemesini içselleştirmeye, içinden geçilen zamanı anlamaya gayret etmelidir. Ezilen ve sömürülen yığınların ilânihaye boyun eğmeyeceğine ve mücadeleye atılacağına inancımız tamdır. Dolayısıyla içinden geçtiğimiz faşizm dönemi de tüm karanlık dönemler gibi eninde sonunda kapanacak, sömürülen ve ezilen yığınların mücadelesi temelinde insanlık ileriye doğru yürüyüşünü sürdürecektir. Geleceğin zorlu mücadelelerine hazırlanmak her koşulda tarihsel iyimserliği, devrimci ruhu korumak, sınıf mevzilerini, örgütlülük bilincini, ideolojik-teorik-politik yetkinliği güçlendirmeye çalışmak demektir. Karanlığa direnmek böyle mümkün olabilir ve bu zorlu bir görevdir.

Sınıf savaşımlarının keskinliği ve burjuvazinin acımasızlığı devrimci insanın yaşamına türlü zorluklar, gerilimler taşır. Hele ki faşizm dönemlerinde sınıf devrimcileri hem faşizmin açık baskı ve şiddetini hem de örgütsüz, geri bilinçli emekçi kitlelerin faşizme payanda edilmesinin getirdiği zorlukları göğüsleme göreviyle yüz yüzedir. Böyle dönemlerde düşman cephesinin acımasızca saldırılara giriştiği, devrimci örgütleri dağıtıp ezmeye; devrimci kadroları yalnızlaştırmaya, dejenere etmeye, toplumdan ve mücadeleden ayrı düşürmeye, hatta fiziken yok etmeye çalıştığı sır değildir. Bu nedenle devrimci insanın yüreği pelte gibi güçsüz, mukavemetsiz, şekilsiz olamaz. Yeri geldiğinde çifte su verilmiş çelik gibi olmalı, acılardan güç devşirmelidir. Öte yandan ağır gericilik zamanlarında bile yaşam ve mücadele sevincini, umudunu korumayı bilmelidir.

Elbette bu sevinci korumak, üretmek ve en karanlık anlarda bile geleceğe doğru umutla yürüyebilmek için her devrimci kişinin komünist bilinç düzeyini yükseltmesi bir zorunluluktur. İçine çekildiği zorlu sınavları başarıyla atlatabilmesi için devrimci insanın ihtiyaç duyduğu güç ve inanç, gelişkin bir bilincin yanı sıra kendi yüreğinde biriktirdiklerindedir. Kendisinden öncekilerin bazen bir şiirle, bazen bir resimle, bazen bir film karesiyle, bazen bir tiyatro repliğiyle, bazen bir romanın yapraklarıyla kendisine ulaşan izleri, sesleri, çığlıkları, umutları, gülüşleri bu birikimi besler. Nâzım Hikmet, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif, Sabahattin Ali, Pablo Neruda, Nikolay Vaptsarov, Ruhi Su, Viktor Jara, Yılmaz Güney, Bertolt Brecht ve daha niceleri yapıtlarıyla “biz umudumuzu yitirmedik, direndik, şimdi sen bir sıra neferi olarak direnirken yanındayız” derler. Direnmeyi seçmiş yürek bu seslere kulak verir ve uzatılan direnç dallarına tutunarak geleceğe uzanır.

Ben biliyorum ki tarih

bir gün açıklayacak

bu tedirgin dünyamızı,

ve anlatacak

geleceğin insanlarına,

dünyalarını daha insanca

yapmak için savaşanların

öyküsünü.[5]

“Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir…”

Türkiye’de 12 Eylül darbesini önceleyen yıllar sınıf hareketinin ve devrimci hareketin önemli bir yükseliş içinde olduğu yıllardı. Sınıf hareketinin yükselmesi toplumu derinden etkiliyor, emekçi kitlelerde geleceğe dönük diri bir umut yaratıyordu. Devrimci hareketin kadroları genel olarak bu yükselişle şekillenmişti. Güçlü ve etkili bir hareketin parçası olduklarını, kapıdaki günlerin devrim günleri olduğunu düşünüyorlardı. İşte darbe böyle bir tarihsel kesiti sona erdirdi. Faşist postallar işçi hareketini, devrimci hareketi, devrimci kadroların umut dolu ruh halini ezdi geçti.

Grev meydanlarındaki işçiler silahların gölgesinde tezgâhlarının başına dönmeye zorlandı. İşçilerin sendikal ve siyasal örgütlülükleri yok edildi. Mücadeleci işçiler kara listelere, hapislere girdiler. Kadın ve gençlik örgütleri kapatıldı. Meydanlar ve sokaklar boşalırken hapishaneler doldu taştı. Atomize edilen toplumda korku egemen kılındı, düne kadar açık duran dost kapıları kapandı. Sadece muktedirlerin uğursuz sesi duyulur oldu. Silah gölgesi, tank paletleri, işkence tezgâhları, darağaçları vardı artık. Nâzım Hikmet’in eşsiz dizelerinde dile getirdiği gibi günler ağırdı, günler ölüm haberleriyle geliyordu. Mücadeleyle boy vermiş gencecik fidanlar faşist cuntanın kanlı ellerinde yitip gidiyordu.

O sözler ki acıdır

Mapusane avlularında

Demirli kırbaçlar gibi şaklar

O sözler ki sırasında

Çiçek açmış bir nar ağacıdır

Dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı

Sırasında gizemli bıçaklar

O sözler ki

İmgelem sonsuzluğunun

Ateşten gülüdürler

Kelebek çarpıntılarıyla doğarlar ölürler

O sözler ki kalbimizin üstünde

Dolu bir tabanca gibi

Ölüp ölesiye taşırız

O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan

Uğrunda asılırız[6]

Bu ağır atmosferde, karanlığa direnmek mücadelenin ta kendisiydi. Moral bozukluğuna, yalnızlık duygusuna ve korkuya teslim olmamak, sabır göstermek, karanlık günlerin geçeceğini unutmamak, yaşam sevincini ve mücadele azmini kaybetmemek çok büyük bir çaba gerektiriyordu. Bu zorlu işe girişmek herkesin harcı değildi. Her koşul altında direnmeye hazırlanmayanlar eleniyor, ümitsizliğe kapılanlar geri çekiliyor, bireysel acılarına gömülenler suçlu arıyordu. O günlerde “ideolojik, siyasal ve örgütsel tasfiyeye girişenlerle en umutsuz gibi görünen ufak direnme noktalarına bile tutunmaya çalışıp yeni bir geleceği devrimci dersler ve devrimci mücadele temelinde inşa etmeye azimli olanlar” ayrışıyordu.[7] Yeni günün direnenleri kendilerinden önce zorlu sınavlara çekilmişlerin sesine kulak veriyorlardı.

Meselâ komünist ozan Nâzım Hikmet on yıldan beri hapisken bile “yüreği delinip batmadan, şarkısı tükenip bitmeden, cennetini kaybetmeden” yattığını anlatıyordu dizelerinde. Komünist olmakla övünüyor, ilham veriyordu. Dünyadan, memleketinden, insandan ümidini kesmemekte direniyordu. Amaçlarının büyüklüğü karşısında ehemmiyetsizleşen bireysel acılarını bir kenara koymasını biliyordu. Bu haliyle dizelerine kulak verenleri devrimcileştiriyor, eğitiyor, onlara umut ve direnç aşılıyordu.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak

unut yaşını

koru kendini bitten

            bir de bahar akşamlarından.

bir de ekmeği

            son lokmasına dek yemeyi

bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.

 

İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena

dağları, deryaları düşünmek iyi

durup dinlenmeden okumayı yazmayı

bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana

bir de ayna dökmeyi.

 

Yani içerde on yıl on beş yıl

            daha da fazlası hatta

geçirilmez değil

            geçirilir

            kararmasın yeter ki

            sol memenin altındaki cevahir.[8]

Ahmed Arif de tıpkı Nâzım gibi yıkıyordu dizeleriyle hapishane duvarlarını. Karanlığı ve egemenlerin devrimcileri mahkûm etmeye çalıştığı yalnızlığı parçalıyordu:

Gerçi gece uzun,

Gece karanlık

Ama bütün korkulardan uzak

Bir sevdadır böylesine yaşamak,

Tek başına

Ölüme bir soluk kala,

Tek başına

Zindanda yatarken bile,

Asla yalnız kalmamak[9]

Denize varmak için akan nehirler gibi devrime varmak için yürüyen yolcular hep olacak. Ve o yolculara cesaret veren, engelleri aşmayı öğreten şiirler. Yolcular, engellerle karşılaştıklarında yüreklerinin derinliklerinden çıkan pusulalardır o şiirler. Tıpkı Hasan Hüseyin’in görkemli dizeleri gibi…

Derim ki sana:

Nehirler boyu git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını

Sen de bir nehirsin ey yolcu!

Senin de varmak istediğin bir yer var

Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak

Engeller

nasıl aşılır, öğren nehirlerden…

Yarı yolda yok olup gitmek değildir amaç,

nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya

Varmaktır oraya, ey yolcu![10]

Şilili devrimci sanatçı Viktor Jara’nın namuslu gitarından çıkan ezgiler de faşizme karşı mücadelenin, direncin sembolüdür ve dünyanın dört bir yanına kanat açmıştır. Katilleri lanetlenen Jara’nın adı ve ezgileri devrimci yüreklerin kılavuzudur.

Ne türkü söyleme aşkımdan ne de sesimi

dinletmek için değil bunca türkü söylemem.

Benim namuslu gitarımın sesi

hem duygulu hem de haklıdır.

Dünyanın yüreğinden çıkar

bir güvercin gibi kanatlı[11]

Şili ve İspanya’da faşizme karşı mücadele eden, tıpkı Jara gibi Şili faşizmi tarafından katledilen Pablo Neruda “şiir boşuna yazılmış olmayacak” demiştir. Gerçekten de boşuna yazılmaz direnç şiirleri. Onlar fırtınalara rağmen yeşermesini bilenlerin can suyudur.

Bir ağacım ben,

fırtına, kasırga dememişim,

dalmasını bilmişim yapraklarla,

bilmişim yeşermesini.

Bütün gözler bende.

İnancıyım insanların,

insanlığıyım, düşüyüm,

kalkmış kollarıyım

beklenen aydınlık günlerde.

Bir köprüyüm ben,

bağlarım dünü geleceğe,

yükseltirim kollarımla

eski dünyanın üstünde

yeni bir dünya.[12]

Ekim Devrimine öncülük eden Lenin ve Bolşeviklerin yaşamı devrimci mücadelenin sert doğası karşısında alınması gereken tutumun en berrak halidir. Kovuşturmalara, sürgünlere, zindanlara, savaş ve ağır gericilik yıllarına meydan okuyan Bolşeviklerin bilinçlerinde Marksizm, ellerinde romanlar, dillerinde şiirler, marşlar, zihinlerinde komün tasvirleri vardı. Onlar için şiir ve sanat, “imgeler dünyasında” can bulan devrimci enerji ve mücadele arzusuydu. Çelikten bir disiplin, bitmez tükenmez bir enerji, hedefinden saptırılamayan devrimci tutku, korku bilmez bir yaratıcılık, engel tanımazlık, düşmana nefret, dosta yoldaşlık, örgüte bağlılık… Bugünün devrimci kadroları aktarma kayışları sayesinde Bolşeviklerden öğreniyor, ilham alıyor. Bolşeviklerin mücadelesini anlatan romanlarla, Ekim Devrimi üzerine yazılmış şiirlerle, marşlarla besleniyor, azim ve güç buluyor.

Sen bütün tohumların tohumusun,

ve dünya, dünya olalı beri,

daha bereketli bir yağmur görmedi,

senden başka.[13]

Tüm zahmetine rağmen karanlıkları aydınlığa çıkarma çabasının onur ve mutluluğuna paha biçilemez. Tanrılardan ateşi çalıp insanlığa armağan eden Prometheus gibi sıkıntılar da çekseler, sınıf devrimcileri karanlıklar tanrısını yenmenin ve geleceğin insanlarına özgürlüğü armağan etmenin mutluluğunu da yaşarlar. Bugün direnç çiçeklerini açtıran şiirin bu sayede yarın mutluluğun, paylaşmanın ve özgürlüğün anlatıcısı olacağını asla akıldan çıkarmazlar.

Gebedir her sükut bir yükselişe.

Ne mümkün karşı koymak

                        bu köpürmüş gelişe…[14]

 

 

Enternasyonalist Komünist



[1]   Elif Çağlı, “Acılar ve Sevinçlere Dair”, Eylül Günlüğü, Tarih Bilinci Yay.

[2]   Elif Çağlı, Eylül Günlüğü

[3]   Slav H. Karaslavov, “Oğlumla Konuşmalar”, Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri/3, Hilal Matbaacılık, s.143

[4]   Nazım Hikmet, “Yirminci Asra Dair”, Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yay. s.718

[5]   Mladen İsaev, “Minnet Borcu”, age, s.58

[6]   Atila İlhan, “O Sözler ki”

[7]   Elif Çağlı, Tarih İşçi Sınıfını Göreve Çağırıyor, marksist.com

[8]   Nâzım Hikmet, “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler”, Yatar Bursa Kalesinde, Yapı Kredi Yay. s.92

[9]   Ahmed Arif, “Yalnız Değiliz”, Hasretinden Prangalar Eskittim, Cem Yay., s.12

[10] Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Nehirler Aka Aka”, Acıyı Bal Eyledik, Bilgi Yay., s.23

[11] Viktor Jara, Türkçe’ye “Manifesto” olarak çevrilen “Yo no canto por cantar” şarkısının sözleri

[12] Josef Hora, “Özgürlük Türküsü”, Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri/2, Hilal Matbaacılık, s.87

[14] Nâzım Hikmet, Benerci Kendini Niçin Öldürdü?, Yapı Kredi Yay., s.9

link: Enternasyonalist Komünist, Fırtınalara Rağmen Yeşermesini Bilmek, 3 Aralık 2017, https://enternasyonalizm.org/node/193

published on 3 December 2017