BASINDAN

Türk ordusu kime, neden kalkan?

Ortadoğu en serseri zamanlarından birini yaşıyor. Hep mayın tarlasına benzetilir ya, bu biraz daha fazlası. Sabit sorun ve riskler belli ama anlık değişenleri ve belirsizlikleri çok. Suriye’deki son sahne İdlib farklı pek çok hesaplaşmanın soğurma noktası haline geldi. Rusya ile ABD, AB ile Rusya, İran ile ABD-İsrail, Türkiye ile Rusya, Suriye ile Türkiye arasında biriken gerilimin temerküz ettiği yer.

Bitiş çizgisinde öfke patlamalarına dönüşen pek çok hayalkırıklığı var:

Suriye’yi çökertmek isteyenlerin…

Suriye’de Sünni-Şii savaşı çıkarıp bunu bölgeye yaymayı umanların…

İran’ın dişlerini sökmek için fırsat kollayanların…

Irak’taki kaosu derinleştirip kalıcı hale getirmeye çalışanların…

Lübnan’ı yeniden felç etmek ve Filistin’in kollarını kesmek isteyenlerin…

Bilad-i Şam’ın efendisi olmayı kafaya koyanların…

Hesapları duvara çarpanların listesi böylece uzuyor.

***

‘Medeni dünya’ El Kaide ve türevlerinin elinde tuttuğu İdlib’e pek duyarlı. Terörle mücadele adına yerle yeksan edilen Rakka’da, Deyr el Zor’da, sınırın ötesinde Musul’da görülmeyen bir duyarlılık. Sanki İdlib’i zapt edenler IŞİD’in Suriye’deki orijinal yapılanması Nusra ve eski ortakları değil. Bu örgütün son sürümü Heyet Tahrir el Şam İdlib’in yaklaşık yüzde 60’ını kontrol ediyor. Geri kalan yerlerdeki ana aktörler de Nusra’nın eski ortakları. Ton farkları olsa da ana aktörlerin ortak hedefi Suriye’yi şeri devlete dönüştürmek. Zaten bu örgütlerin bir kısmı BM’nin terör örgütleri listesinde.

Batılı müttefiklerin buradaki kördüğümü çözmeye yönelik önerileri nedir?

Rusya ve Suriye hükümetinin uzlaşma heyetiyle temasa geçecek, ateşkese razı olacak, silah bırakacak ve siyasi çözüme el verecek olanları asmak için darağaçları hazırlayan örgütleri savaştan kim nasıl vazgeçirecek?

Bunları tartışmaya yanaşmıyorlar.

Durum bu iken, silahlı örgütlere dış müdahalenin nasıl geleceğinin yolunu gösterircesine “Kimyasal silah kullanılırsa Suriye rejimini bombalarız” diyen şebeke şekilleniyor: ABD, Britanya, Fransa ve ‘belli belirsiz’ Almanya…

***

Bunun yanında Rusya ile kendi bölgesel hevesleri arasında sıkışıp kalan Türkiye’nin selefi-cihadi yığınağa kalkan olma hali var ki akıl alır gibi değil. Son umudunu kimyasal bir tezgâha bağlamış Batılı güçlerin karada çizmesi olmaya açık bir pozisyon. Saray’dan gelen “Türkiye’nin 12 kontrol noktası bulunuyor. Türk askerlerinin varlığı, muhtemel bir saldırıyı önlemenin tek garantisi. Zira Rus savaş uçakları ve rejim kara kuvvetleri, Türk askerleri oradayken bir saldırı gerçekleştirmeyi göze alamaz” açıklaması eşliğinde sınıra askeri sevkiyatlar sürüyor. Zırhlı ve tank sayısı iki katına çıkmış. Stratejik noktalara füze rampaları ve topçu bataryaları yerleştirilmiş. Sahada ‘müttefik’ örgütlere ‘hazır olun’ talimatı verilmiş. Coşku büyük bir cenkten yana!

Tam olarak amaç ne? Belki biraz ‘caydırıcı güç’ olma ya da ‘pazarlıkta el yükseltme’ hamlesi, bilemiyoruz.

Felaket tellallığı yapmayıp “Angajmandan kaçınılır” desek bile bu haliyle de sergilenen seferberlik sahayı etkiliyor: Bir kere Türkiye ‘kalkan’ izlenimiyle silahlı gruplara cesaret veriyor, savaşa teşvik ediyor, sorunun müzakereyle çözülebilecek kısımlarını da siperlere itiyor, çatışmasızlık rejimine geçiş ya da en azından cephenin çapını düşürme senaryosunun altını oyuyor.

Hiç yoktan TSK ‘koruyucu güç’ görüntüsü veriyor. Kim için? Sınırda video çekip “İdlib’i satarsan eğer, o zaman, burası senin duvarın, burası da bizim tünelimiz. İki saate kalmaz Reyhanlı’da oluruz” diyebilecek kadar gözü dönmüşler için!

Türkiye amacı her ne ise risk çıtasını kendisinin de kontrol edemeyeceği bir yere yükseltiyor. Savrulmaya, vurulmaya açık bir pozisyon.

***

İdlib üzerinden dönen tehditlere bakınca her defasında filmi en başa sarmanın ne denli mühim olduğunu anlıyoruz. Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın 2016’da sızdırılan e-postaları bu konuda iş görüyor! Mesela 24 Temmuz 2012’de gönderilmiş bir e-postada İsrailli istihbarat yetkililerinin Suriye’deki savaşa ne tür anlamlar yüklediği aktarılıyor:

“Suriye’deki iç savaşın olumlu bir tarafı var: Eğer Esad rejimi devrilirse İran Ortadoğu’daki yegâne müttefikini kaybedecek ve tecrit olacak. Aynı zamanda Esad hanedanının düşüşü bölgede İran’ı da içine alacak şekilde Şiilerle Sünni çoğunluk arasında mezhep savaşını körükleyecek. Ki bu İsrailli komutanların gözünde İsrail ve Batılı müttefikleri için kötü bir şey değil. Buna ilaveten İsrailli istihbarat uzmanları, bu olaylar beklenmedik yönde gelişirse sonunda İran hükümetini deviren bir faktöre dönüşebileceğine inanıyor.”

Bu tahayyül, çok sayıda faktörle ilintili çerçevenin tamamını ortaya koymuyor elbette ama Suriye’ye yönlendirilen düşmanlığın arkasındaki kritik motivasyonlardan birini betimliyor.

Bu örgütler üzerlerine atfedilen misyonu fazlasıyla yerine getirdi.

Türkiye kendi heveslerini katarak içselleştirdiği bu kirli müdahaleyle zaten yıllarca kurtulamayacağı belaları evinin içine kadar aldı. Bu kazanılabilecek bir oyun değil! Hiçbir hamasi söylem bu örgütlere kefil ve kalkan olmanın getireceği bedelleri telafi edemez.

link: Fehim Taştekin, Türk ordusu kime, neden kalkan?, 11 Eylül 2018, https://enternasyonalizm.org/node/220

yayın tarihi: 12 Eylül 2018