Erdoğan iktidarı, İstanbul’da sandıkta kaybettiği büyükşehir belediye başkanlığını kontrolü altındaki yargı ve YSK aracılığıyla gasp etmek için her yolu deniyor. Tek tek ilçelerde başlayıp ardından tüm ilçelere yaygınlaştırılan geçersiz oyların yeniden sayılması süreci Erdoğan’a istediği sonucu vermedi; tüm çabalarına rağmen aradaki farkı kapatıp Binali Yıldırım lehine çeviremediler. Hiç kuşku yok ki, CHP il ve ilçe yönetimlerinin bu kez sandıklara sahip çıkması, seçim kurullarının sonuçları tuttukları depolarda CHP aktivistlerinin günlerdir nöbet tutması, oyların değiştirilerek hırsızlık yapılmasını engellemiş oldu. Erdoğan açıkça yıldırma ve pörsütme stratejisi izliyor. Sonuçların kesinleşmesi ne kadar gecikirse, CHP’lilerin motivasyonunun da o kadar azalacağını, muhalif kesimlerin yılacağını ve sonunda “aman canım ne olursa olsun” şeklindeki bir ruh haline bürünebileceğini hesaplıyor. AKP bu doğrultuda ikinci adımı, yalnızca geçersiz oyların değil, tüm oyların (yani yaklaşık 9 milyon oyun) yeniden sayılması için başvuruda bulunarak attı. İlçe ve il seçim kurullarından sonra YSK da bu talebi sürpriz bir kararla hızlı bir şekilde reddetti. Son olarak, AKP “tam usulsüzlük” iddiasıyla Büyükçekmece ilçe seçimlerinin iptal edilip yeniden seçim yapılması için başvuruda bulundu. Eğer istediği sonucu alırsa bir sonraki ve nihai adımın İstanbul seçiminin iptali olacağı biliniyor.
YSK’nın ne karar vereceğini göreceğiz; ancak şurası açık ki, son yıllardaki seçimlerde tüm seçim mevzuatını alenen çiğneyip iktidarın bir dediğini iki etmeyen YSK’nın vereceği karar, aslında Erdoğan’ın nasıl bir karar verdiğini bize göstermiş olacaktır. Gelinen noktada Erdoğan’ın önünde iki yol kalıyor, ya seçimi iptal ettirip yeniletecektir ya da İstanbul’da belediyeyi kaybettiğini kabul eder gözükecektir. Son günlerde gerek Erdoğan’dan ve yaverlerinden gerekse de Bahçeli’den gelen açıklamalar, İstanbul seçimlerini yeniden yaptırmaya çalışacaklarını gösteriyor; A planı budur. Beklenmedik bir kaza olur da bunu beceremezler ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını CHP’ye bırakmak durumunda kalırlarsa, onun elini kolunu bağlamak, “topal ördek” konumuna sürüklemek ve böylelikle CHP’li belediyeleri itibarsızlaştırmak da B planıdır. Elbette elinin altında her an hazır duran C seçeneğini de hiç unutmamak lazım: Bir gerekçeyle görevden alıp kayyum atamak! Bu arada, İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde belediye seçimlerinde uygulanan sistemi değiştirmek ve hatta bu en büyük şehirlerin yönetimini doğrudan Saray’a bağlamak gibi seçenekler üzerinde de faşist iktidar ortaklarının kafa patlattığı haberleri geliyor.
Durum buyken, düzen muhalefeti yanılsamalar üretip beslemeye devam ediyor. CHP yönetiminin beslediği yanılsamalar, CHP yanlısı yazar-çizerler tarafından köpürtülüyor, demokrat kimliğiyle bilinen birçok yorumcuyu ve akademisyeni de etkiliyor. Dahası sosyalist hareket saflarında da ciddi yansımalar buluyor. “Seçimlerde kazanılan zafer” söylemi maalesef hayli yaygın durumdadır. Gerçekliği görmeyen ya da bir parça moral bulmak için görmek istemeyenler, Erdoğan’ın “sonunun başlangıcından” bahsetmekten pek hoşnutlar. Büyük kentlerin belediyelerinin muhalefetin eline geçmesi, hiç kuşku yok ki toplumun yarısını oluşturan muhalif kitleler açısından moral kaynağı olmuştur. Uzun süredir “alınan yenilgiler”den sonra kitlelerin umutsuzluk ve yılgınlık girdabından bir parça daha sıyrılabilmesi imkânı bulması elbette ki olumludur. Ne var ki, bu “umut dalgası”nın büyüyüp pekiştirilmesi için kitlelerin olmayacak hayallerin peşine takılması değil, mücadelenin devam ettiği bilinciyle örgütlendirilmesi gerekmektedir. Aksi halde yeni ve daha büyük hayal kırıklıkları kaçınılmazdır. Bu nedenle mevcut duruma dair kimi tespitlerimizi maddeler halinde hatırlatmakta fayda görüyoruz.
1. Mevcut rejim Erdoğan’ın zorbalığına ve uygulanan baskılara rağmen yine de parlamenter muhalefet yollarının halen açık olduğu olağan bir rejim olarak görülemez; bu rejim faşist bir rejimdir. Parlamento ve seçimler göstermeliktir ve vitrin süsü görevi görmektedirler. İstanbul ve Kürdistan’da yaşananlar bunu çırılçıplak ortaya koymaktadır. Rejim her türlü önlemi alarak kendisini meşru gösterebilmek için halkın önüne sandık koymakta ve çıkan sonuç işine gelmediğinde sandığı yok saymaktadır. Halen kapatılmamış olan burjuva düzen partilerinin kapatılmayacağına, sendikalar ve kitle örgütlerinin varlığının sürmesine dönük hiçbir güvence yoktur; hepsinin de kaderi rejimin efendilerinin iki dudağı arasındadır.
2. Erdoğan mevcut rejimin kilit unsuru, şefidir. Öyle ki, onun keyfi ve iradesi dışında AKP’nin dahi parti olarak bağımsız bir anlamı kalmamıştır. Yaşanılan süreçte Erdoğan’ın aslında farklı düşündüğü, seçim sonuçlarına itirazların başka odaklardan (kimi bakanlar, “Pelikanlar”, parti tabanı vb.) geldiği şeklindeki yorumların iler tutar bir yanı yoktur. Bu tür yorumlar, ya Erdoğan’a zeytin dalı uzatmaya hazırlananlarca köpürtülmekte ya da bizzat Erdoğan tarafından önü açılmaktadır ki, işler ters giderse sorumluluğu onların sırtına yıkarak birkaç kelle almak mümkün olsun.
3. Diğer taraftan, mesele bir kişi meselesi değil, bir rejim meselesidir. Erdoğan, MHP’yle ve bürokrasinin Ergenekoncu-Avrasyacı kesimleriyle ittifak kurarak hüküm sürmektedir. Ortadoğu’nun yangın yerine döndüğü koşullarda, geleneksel büyük burjuvazinin ciddi bir bölümü de, içine sinmemekle birlikte Erdoğan rejimine mahkûm olduğunu düşünerek hareket etmektedir. Kürt sorununun egemenler açısından yarattığı tehdit ve ordunun rejimin arkasında durması, CHP ve İYİP’in de “majestelerinin muhalefeti” pozisyonunu benimsemesinde belirleyicidir.
4. Erdoğan ve partisinin, büyük kentlerde ve işçi sınıfı içerisindeki etkisi geçmişe kıyasla azalmaktadır. Aynı durum, pek çok tarım bölgesinde küçük çiftçiler için de geçerlidir. Ekonomik krizin bunda önemli bir katkısı olmuştur. “Seçimlere” katılım oranının 4 puan kadar düşmesi, 30 büyükşehrin tamamında AKP’nin oylarının hem sayıca hem oranca azalması, birçoğunda yerel yönetimi kaybetmesi, emekçi kesimler nezdinde yaşadığı aşınmanın açık kanıtıdır. Erdoğan da bu gerçeği çoktan görmüş ve bu nedenle de MHP’yle ittifak kurmuştu. Erdoğan geçmişte tek başına toplumun yarısının oy desteğini alabilirken, bugün ancak MHP’yle birlikte bu ölçüde bir destek bulabiliyor. Kimi yorumcuların yaptığı analizler, AKP’den uzaklaşan oyların üçte ikisinin MHP’ye kaydığını gösteriyor. Bir başka deyişle kayışların önemli bir bölümü maalesef faşist blok içinde kalmaktadır. Faşist Cumhur İttifakının Türkiye çapındaki resmi oy oranı %51 civarındadır; seçimlerin sahteliği, baskılar, hileler, oy hırsızlığı vb. bu orandan düşülse bile, geriye halen bu faşist ittifakın kendisini meşru gösterebilecek kadar bir kitle desteği kaldığı gerçeği göz ardı edilmemelidir.
5. Faşist rejimler çoğunluğun gönüllü rızasına değil esasen devletin baskı aygıtlarına dayanırlar. Yapılan sözümona seçimin sonuçları Erdoğan’ın kitle desteğinin daraldığını gösteriyor olsa dahi mevcut destek düzeyi ona fazlasıyla yetmektedir. Dış politika alanında zaten bir sıkışma yaşayan Erdoğan iktidarının iç politikada da façası bozulmuştur. Ne var ki buradan hareketle onun atacağı adımların sınırlanacağını, normalleşeceğini düşünenler ya fena halde yanılıyorlar ya da halkı açıkça aldatmış oluyorlar. Erdoğan girdiği yolda sıkıştıkça baskıyı ve zorbalığı daha da arttıracak, faşist diktatörlük çıplak yüzünü daha büyük oranda gösterecektir.
6. Erdoğan işine gelmeyen seçimleri iptal etmek için tüm gücüyle bastırıyor, bastırmaya da devam edecektir. Onun hareket alanının hukukla ya da benzer mülahazalarla sınırlandığını düşünmek abesle iştigaldir. Onun seçimi iptal etmek de dâhil İstanbul’dan intikam almak için atacağı adımları değerlendirirken, “yok canım o kadar da olmaz”, “bunu da yapamaz artık” şeklindeki düşünme biçimi baştan aşağıya yanlış ve tehlikelidir. Her şeyi yapabileceğini, en azından her şeyi yapmayı deneyebileceğini asla unutmamak gerekiyor. Bugün seçimlerin iptal edilip yenilenmesi karşısında, kof bir güvenle hodri meydan diyenler, “bu sefer %70’le alırız” şeklinde düşünüp açıklamalar yapanlar en iyi ihtimalle dehşetli bir yanılgı içindedirler. Seçimlerin iptali ve yenilenmesine AKP tabanının dahi sıcak bakmadığına dair yayınlanan anketler olsa olsa bugünkü gerçekliği yansıtmaktadır. Kuşkusuz Erdoğan’ın böyle bir adım atması onu destekleyen kitlenin bir bölümünde de tepkiyle karşılanabilir. Ancak bu şu anki durumdur ve Erdoğan böyle bir adım atmaya karar verirse, bu tepkiyi minimuma indirmenin yanı sıra kendinden uzaklaşanların korkusunu daha da büyüterek ters eğilimi güçlendirmenin yolları üzerinde de kafa patlatacaktır.
7. Hal böyleyken, mevcut durum hususunda ana muhalefetten gelen açıklamalar en iyimser yorumla bir bönlük örneğidir. Belediyelerin kazanılmasıyla birlikte “bahar geleceği”, “demokrasinin kazanacağı” gibi söylemler halkı aldatmak anlamına gelmekle kalmıyor, Erdoğan’ın faşist rejimini yurtdışında meşru gösterme çabalarına da katkı sağlıyor. Ülke bir yangın yerine dönmüşken, orman alevler içinde kavrulurken birkaç ağacı kurtardık diye bayram etmenin bir anlamı var mıdır? Kaldı ki, belediyeler sözkonusu olduğunda, Türkiye’de yerel yönetimlerin her daim merkezi iktidarın sultası altında olduğunu, gerçek mali özerkliklerinin bile bulunmadığını biliyoruz. Hele ki son dönemde çıkartılan kararnamelerle belediyeler neredeyse tümüyle Sarayın mali kontrolüne sokulmuştur. Erdoğan muhalif belediyelerin elini kolunu bağlayacağını ve Kürt illerinde kayyum atamaktan geri durmayacağını defalarca açıklamıştır.
8. Özgürlüklerin fiilen askıya alındığı, gerçek muhalefet üzerinde terör estirildiği, toplumun tek taraflı bir propaganda bombardımanına tutulduğu, yapay temellerde kutuplaştırıldığı ve korkunun körüklendiği bir süreçten geçiyoruz. Bu koşulları sürekli olarak eldeki tüm imkânlarla teşhir etmeyen bir muhalefet, Erdoğan’ın mevcut rejimi olağan bir rejim olarak sunma gayretlerinin (en iyi durumda) gönülsüz bir parçası haline gelir. Her fırsatta yumuşak mesajlar vererek CHP’nin yaptığı son tahlilde budur. Daha seçimlerden önce Erdoğan’ı Sarayında ziyaret edip ondan “kendisine başarı dileğinde bulunmasını beklediğini” açıklayan İmamoğlu, gelinen noktada bile Erdoğan’la uyumlu bir çalışma yürüteceklerinden bahsediyor. Güler yüz ve ılımlı bir üslupla halktan oy toplamayı başardığı söylenen İmamoğlu ve CHP yönetimi, Erdoğan’a da, MHP’ye de, sağ siyasal geleneğe de mavi boncuk dağıtıp göz kırparak siyaseten başarılı olacağını düşünüyor. CHP’nin ekonomik krizi atlatmak için iktidara her türlü desteği vermeye hazır olduğunu açıklamasını da bunlara ekleyelim. Tüm sermaye partileri, TÜSİAD’ın beklentilerini karşılamak üzere hizaya giriyorlar. Demokrasi mücadelesini büyütmek, kararlı ve ısrarlı bir mücadele yürütmek hak getire. Böylesi bir mücadele için ümitlerini CHP’ye bağlayanlar bir başka baharı beklemek zorunda kalacaklardır.
9. CHP, bu seçimlerde başta İstanbul, Ankara, Adana ve Antalya olmak üzere büyük kentlerin birçoğunu kazanmış olmasını esasen HDP seçmenine borçlu olduğunu resmi ağızlardan kabul etmeye yanaşmıyor. Kürdistan coğrafyasında gerek seçim öncesinde gerek seçim günü gerekse de seçim sonrasında yaşananlar karşısında üç maymunu oynamaya devam ediyor. Tüm baskılara ve sürecin anti-demokratik karakterine rağmen, sandıklarda AKP’ye gösterilen tepki ve Erdoğan’ın bunu boşa çıkarma çabası sanki sadece İstanbul ve Ankara’yla sınırlıymış gibi bir tutum takınıyorlar. AKP’nin seçim kurullarına yönelik İstanbul ve Ankara’daki taleplerinin çoğu kabul edilmesine rağmen, Kürdistan’da HDP’nin tek bir itirazının dahi kabul edilmediği gerçeğini CHP yetkililerinin ağzından duymak mümkün değildir. Oysa Muş, Şırnak ve Ağrı’da bıraktık seçim öncesindeki devlet terörünü, seçim günü ve sonrasında yaşananlar ayan beyan ortadadır. Muş’ta birkaç yüz oy farkla, Muş’un Malazgirt ilçesinde ise yalnızca 3 oy farkla belediye başkanlığı HDP’den çalınıp AKP’ye verilmesine rağmen YSK HDP’nin tüm itirazlarını reddetmiş, geçersiz sayılan binlerce oyun yeniden sayılmasını bile kabul etmemiştir. Şu ana kadar seçimleri kazanan HDP’li başkanların birçoğuna halen mazbatalarının teslim edilmemesi ve üstelik son olarak KHK’lı oldukları gerekçesiyle belediye başkanlıklarının geçersiz sayılması ve mazbataların ikinci gelen adaylara verilmesi kararı alınması da cabası. Kürtlerin demokrasi mücadelesinde tuttuğu yerin hakkını vermeyenlerin, faşist rejime karşı mücadelede tutarlı olabilmesi de mümkün değildir. Gerek Kürt halkına gerekse de sosyalistlere ve demokratlara dönük saldırılar önümüzdeki dönemde daha da artacaktır.
10. Önümüzdeki dönemin işçi sınıfına dönük saldırıların da katmerlenerek artacağı bir dönem olacağı kesindir. Daha şimdiden zam yağmuru başlamıştır bile. Kıdem tazminatının kaldırılması, sosyal haklara dönük yeni saldırılar, emeklilik haklarının kırpılması iktidarın gündemindedir. Ekonomik kriz derinleşip çöküşe doğru ilerlenirken işsizlik ve enflasyon katlanarak artacak, yoksulluk daha da ağırlaşıp yaygınlaşacaktır. Tüm bu saldırılar ve krizin yıkıcı etkileri işçi sınıfının saflarındaki hoşnutsuzluğu daha da arttıracaktır. Ne var ki nesnellik sınıfı harekete geçmeye zorluyor olsa bile, bunun fiile dönüşmesi için aşılması gereken engellerin de farkında olmalıyız. Bugün sınıfın geniş kesimlerine hâkim olan şey ne yazık ki örgütsüzlük ve sınıf bilincinden yoksunluktur. Hiç kuşku yok ki, bu noktada sınıf devrimcilerine büyük görevler düşmektedir. İçine girilen dönemin ve mevcut rejimin niteliğini doğru kavramak, buna uygun mücadele yöntemleri ve taktikleri benimsemek hayati önemdedir. Yanılsamalardan kurtularak, ne denli can acıtıcı olursa olsun somut gerçekliği kavrayıp ona göre yol almak gerekiyor.
Enternasyonalist Komünist
link: Enternasyonalist Komünist, Somut Gerçekliğe Dair Bazı Hatırlatmalar, 10 Nisan 2019, https://enternasyonalizm.org/node/261
Yeni Osmanlı’dan yenik İttihatçıya: Kükreyesin var mı?
Cendere