ABD’nin Golan İlhakını Tanıması ve TC’nin İkiyüzlülüğü

ABD Başkanı Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu ile kameralar karşısına çıkarak, Golan tepelerini İsrail toprağı olarak tanıyan başkanlık kararnamesini imzaladı. Aynı saatlerde, Gazze’ye İsrail hava güçleri tarafından bombalar yağdırılmaya başlanmıştı bile.

Bilindiği üzere, gerek barındırdığı su kaynakları ve verimli tarım arazileri itibarıyla gerekse de coğrafi konumu itibarıyla önem taşıyan Golan tepeleri, 1967’deki altı günlük Arap-İsrail savaşında İsrail tarafından işgal edilmiş, 1981’de ise İsrail bölgeyi ilhak ederek kendi toprağı olduğunu ilan etmişti. Ne var ki, İsrail’in bu adımı hiçbir ülke tarafından tanınmadığı gibi aynı yıl Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da bu ilhak teşebbüsü reddedilmişti. BM GK’nın 457 sayılı kararında “İsrail'in işgal altındaki Golan Tepeleri'nde kendi kanunlarını, yargısını ve idaresini uygulama kararı hükümsüzdür ve uluslararası hukuki geçerliliği yoktur” deniliyordu.

BM’nin kararı halen geçerliliğini korurken Trump’ın böyle bir adım atmasının, burjuva uluslararası hukuk açısından bir geçerliliği bulunmuyor kuşkusuz. Nitekim BM yetkililerinin de diğer büyük güçlerin de açıklamaları bu doğrultudadır. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak resmen tanıyıp, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı da benzer nitelikte bir adımdı. İsrail ve ABD dışında bu adımlar, hukuken bir anlam ifade etmese de, gerçek dünyada bu adımların ciddi bir anlamı bulunuyor. ABD emperyalizmi, başlattığı Üçüncü Dünya Savaşında işine gelmeyen mevcut uluslararası dengeleri yıkmak, ayağına dolaşan uluslararası kurumları işlevsiz hale getirmek üzere peş peşe adımlar atıyor. İsrail-Filistin sorunu çerçevesinde attığı adımları da bu bağlamda düşünmek ve savaşı daha da kızıştıracak provokatif girişimler olarak değerlendirmek gerekiyor. ABD emperyalizmi kendi pozisyonunu sivrilterek bölgedeki ortaklarını da konumlarını daha net bir şekilde ortaya koymaya zorlayıp, İran’a karşı geliştirdiği cepheyi böylelikle pekiştirmeye çalışıyor. Tüm bu adımların, Ortadoğu’daki savaşı daha da kızıştıracağından en küçük bir şüphe bile duyulamaz.

Bu adımın bir diğer boyutunu da, İsrail’de yaklaşan seçimler ve Trump’ın kendi ülkesinde prestij kazanma çabaları oluşturuyor. İmza töreninde Trump’ın gerek iç gerek dış icraatlarının altını çizerek, kendi başkanlık döneminde ABD’nin nasıl “yükseltildiği”nden dem vurması bunu gösteriyor. Öte yandan, İsrail egemenlerinin, her genel seçim öncesi Filistin halkının üzerine bomba yağdırmayı adeta alışkanlık haline getirdiğini görmek gerekiyor. Gazze’den fırlatıldığı iddia edilen el yapımı birkaç füze bahane gösterilerek Filistin halkının tepesine yağdırılan bombalar, İsrail egemenlerinin seçim kampanyası olarak iş görüyor. Bir önceki seçimlerden önce de benzer bir mizansenle Gazze’ye girişilen saldırılarda 3 bine yakın Filistinli katledilmişti. Bir başka deyişle, egemenler gerek kendi dar siyasi çıkarları gerekse de temsil ettikleri ülkelerin burjuvazisinin stratejik amaçları için dün olduğu gibi bugün de emekçi halkların kanını dökmekten, bin bir türlü yalana, tezgâha ve provokasyona başvurmaktan asla çekinmiyorlar.

Görüyoruz ki, irili ufaklı tüm kapitalist güçler ve onların siyasi temsilcileri, işlerine geldiğinde uluslararası hukuktan bahsederken, işlerine gelmediğinde kendi hukuklarını bile ayaklar altına almaktadırlar. İsrail, Filistin halkına karşı giriştiği katliamları “meşru müdafaa” olarak tanımlıyor ve bunun için bazı uluslararası hukuk kurallarını kendine rahatlıkla dayanak olarak gösterebiliyor.

Bugün Türkiye’deki faşist rejimin sözcüleri, Trump’ın kararnamesini kınıyor, “işgal ve savaş politikalarının gayri meşru, gayri insani olduğunu” açıklıyorlar. Bu kararın uluslararası hukukun ve BM kararlarının açıkça çiğnenmesi anlamına geldiğini, “kabul edilemez olduğunu” belirtiyorlar. Bu doğru. Peki ya kendi icraatlarına ne demeli? Kendileri “uluslararası hukuka” ve BM kararlarına uymayanlar, başkalarını bunları çiğnemekle yüksek perdeden eleştiriyorlar. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki Türk-İslamcı faşist rejim ve onun sözcüleri ikiyüzlülükte ABD’li ve İsrailli egemenlerle yarışır durumdadırlar.

İsrail’i neyle eleştiriyorlarsa aynısını kendileri yapıyorlar. Sandıkta oylarını arttırmak için Kürtlere karşı savaşı körüklemekten, yeni işgal hazırlıkları yapmaktan ya da yapar gözükmekten geri durmuyorlar. İsrail’i Gazze’yi bombalamak için oradan fırlatılan el yapımı füzeleri bahane etmekle suçlarken kendileri de Afrin’e, Cerablus’a ya da Irak Kürdistanı’na bombalar yağdırmak için aynı bahaneleri öne sürüyorlar. Bu işgallerden önce bahane üretmek için MİT başkanının ağzından çıkan “sınır ötesine bir ekip gönderir, üç beş füze yollarız, olur biter” mealindeki sözleri hâlâ hafızalardadır. Cerablus’u işgal etmek için Antep’te Kürt düğününe karşı girişilen IŞİD saldırısının bahane olarak kullanıldığını da unutmamak gerekir.

Golan tepelerinin Suriye’ye ait olduğunu, İsrail’in işgalci konumda bulunduğu gerçeğini dillendirirken de hiç utanmıyorlar. Sanki Kürt halkının tepesine bombalar yağdırarak Suriye’nin kuzeybatısını, Cerablus’u, Afrin’i ve kısmen de İdlib’i iki yıldan uzun süredir kendileri işgal etmiyormuş gibi! Sanki bu bölgelerde kendi idari kurumlarını oluşturmamış, okulları TC okulları haline getirmemiş, resmen o bölgelerdeki yerleşimlere TC kaymakamı sıfatıyla yöneticiler atamamışlar gibi! Bölgenin zenginliklerini yağmalayıp, dünyaca meşhur Afrin zeytinlerini Türk zeytini diye ambalajlayıp satmıyorlarmış gibi! Irak Kürdistanı’ndaki Kürt köylerini her Allahın günü bombalıyor ve bunu “terörizme karşı savaş” olarak adlandırıyorlar; bu bölgede de onlarca kilometre derinlikte ve genişlikte bölgeleri kaç yıldır işgal altında tutuyorlar. Gerek Suriye yönetimi gerekse de Irak yönetimi, TC’nin askeri varlığını açıkça işgal olarak adlandırıyor ve buna derhal son vermesini istiyorlar. Her iki ülkenin yönetimleri de bu doğrultuda TC’ye defalarca nota verip, BM’ye de şikâyette bulunmuşlardır. TC ise buralardaki varlığı uluslararası hukuk kurallarıyla bağdaşmasa da, “meşru müdafaa” olarak gerekçelendiriyor, tıpkı İsrail gibi! Şu anki güç dengeleri nedeniyle TC’nin bu bölgelerdeki varlığının BM tarafından “işgalci” olarak karara bağlanmamış olması bu gerçeği değiştirmez.

Tıpkı İsrail gibi TC’nin de en başından bu yana yayılmacı hevesler beslediğini uzun uzadıya tanıtlamaya gerek yoktur. Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı “bizim için Afrin neyse Kıbrıs da odur” şeklindeki akla zarar açıklamasını hatırlamak bile yeterlidir. “Golan’da İsrail işgalcidir ve bu durum BM kararlarıyla da tescil edilmiştir” diyen faşist rejimin sözcüleri, aynı durumun TC açısından Kıbrıs bağlamında geçerli olduğunu asla dillendirmemektedirler. Zira TC de Kıbrıs’ta işgalci güç durumundadır ve bu durum BM kararlarıyla sabittir. Sayısız BM kararında, Kıbrıs’ın kuzeyinden adanın “Türkiye tarafından işgal altında kalan kısmı” olarak bahsedilmekte, KKTC gayri meşru ve “hukuken geçersiz” ilan edilmekte, TC askerleri “yabancı askeri güçler” olarak adlandırılarak “Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki tüm yabancı silahlı kuvvetlerin ve askeri personelin hızlı bir şekilde geri çekilmesi” talep edilmektedir. Kısaca, İsrail’in Golan’a yaklaşımı neyse TC’nin Kıbrıs’a yaklaşımı da odur ve BM her ikisini de işgalci olarak değerlendirmektedir.

Birleşmiş Milletler gibi uluslararası burjuva kuruluşların dünyanın emekçi halklarının çıkarlarını temsil etmediğini de, hukuk dedikleri şeyin esasen burjuvazinin çıkarlarının korunması anlamına geldiğini de gayet iyi biliyoruz. Burjuvazi kendi belirlediği hukuku bile işine gelmediği her noktada çiğnemekten hiçbir zaman geri durmamıştır, durmayacaktır da. Egemenler, ister ABD’de, ister İsrail’de, ister Türkiye’de olsunlar, hiç fark etmiyor; hepsi de yalancı, ikiyüzlü ve kan emicidirler.

Enternasyonalist Komünist

link: Enternasyonalist Komünist, ABD’nin Golan İlhakını Tanıması ve TC’nin İkiyüzlülüğü, 26 Mart 2019, https://enternasyonalizm.org/node/254

yayın tarihi: 26 Mart 2019