Ulusalcı Değil Enternasyonalistiz

Hiç şüphe yok ki ister en çıplak ve saldırgan biçimde ister “vatanseverlik”, “yurtseverlik” gibi daha yumuşak kılıflarla ortaya çıksın ulusalcılık burjuva ideolojisidir. Bu nedenle işçi sınıfının uluslararası mücadelesini yükseltmeyi hedefleyenler açısından burjuva düzenin milliyetçilik tuzağına karşı tavizsiz bir mücadele yürütmek, üzerinden atlanamaz bir görevdir. Sınıf devrimcileri, Marksizmin saldırı altındaki ideolojik ve politik mevzilerine sahip çıkmak, dalga dalga kabartılan milliyetçiliğe prim vermeden enternasyonalizm bayrağını yükseltmek göreviyle karşı karşıyadır. Bu görev işçi sınıfını zehirlemeye ve uluslararası birliğini engellemeye çalışan burjuvaziye karşı olduğu kadar sol, sosyalist soslara bulayarak milliyetçiliği işçi sınıfı saflarında yayanlara karşı da mücadeleyi gerektirir. Böylesi tehlikeli ve gerici ideolojileri yayanlar, işçi sınıfı saflarına bulaştıranlar teşhir edilmelidir.

Bu açıdan uzun yıllar boyunca çeşitli sendikalarda uzman olarak görev yapan, akademi kürsülerinin yanı sıra Vatan Partisinin yayın organı Aydınlık gazetesinin köşelerini de tutan Yıldırım Koç’un yazıları ibretliktir. Neredeyse tüm yazılarında işçi sınıfına seslenen Koç, son dönemlerde kaleme aldığı yazılarından birinde şöyle diyor: “Vatan mücadelesi ile ekmek mücadelesi günümüzde tam bir bütünlük oluşturuyor. Ekmek mücadelesinden koparılmış bir vatan mücadelesi başarıya ulaşamaz.” Koç’a göre Türkiye işçi sınıfının öncelikli gündemi vatan savunması olmalı, çünkü “bugün Türkiye’de öncelikli sorun, emperyalizmin saldırılarına karşı Türkiye’nin bağımsızlığının korunması ve geliştirilmesi” imiş. İşte bu nedenle “Türkiye’deki saflaşma da çeşitli güçlerin vatan savunması konusundaki pozisyonlarına göre belirlenmeli”ymiş![1]

Koç, bu sözleriyle, Türkiye işçi sınıfını kangrenleşmiş sorunlarına odaklanmaya, bu sorunların çözümü amacıyla örgütlenmeye, sınıf çıkarları gereği bir bütün olarak egemenlerin karşısında yer almaya değil, “vatan savunması” gerekçesiyle çeşitli burjuva güçlerle birlikte başka burjuva güçlere karşı pozisyon almaya davet ediyor. Bir çırpıda kapitalist üretim ilişkileri içinde sınıfların tuttuğu nesnel konumların, gerçek ayrımın emek-sermaye çelişkisi temelinde olduğu gerçeğinin üzerinden atlayıveriyor. Anti-kapitalizmden koparılmış keyfi bir anti-emperyalizm tanımı yaparak, emperyalizmden bağımsız bir kapitalist Türkiye olabileceğini ima ediyor. Emperyal hevesleri ve politikalarıyla Ortadoğu yangınına benzin döken Türkiye’yi emperyalist ülkeler karşısında mağdur göstererek ve yerli burjuvaziyi emperyalist ülkelerin burjuvazisinden daha masum ilan ederek gerçekleri ters yüz ediyor, çarpıtıyor. Tarih böylesi ikiyüzlü tutumların işçi sınıfı açısından ne denli tehlikeli olabileceğinin kanıtlarıyla doludur. Koç’un mensubu olduğu partinin, “emperyalizme karşı vatanı savunmak” gerekçesiyle Türkiye’de faşizmin kurumsallaşmasına yaptığı katkı buna örnektir.

24 Haziran seçimleri öncesinde Koç, partisine ve partisinin Türkiye sol hareketi içindeki uğursuz rolü tescilli başkanı Doğu Perinçek’e destek isterken şöyle diyordu: “Vatan Partisi yıllardır, vatan mücadelesinin başarısının, Türk milletinin yüzde 70’inden fazlasını oluşturan işçi sınıfının bu davaya sahip çıkmasına bağlı olduğunu anlatıyor. İşçi sınıfının hak ve özgürlüklerini geliştirme mücadelesinin başarısı ise, işçi sınıfının vatanımıza sahip çıkmasından geçiyor.”[2] Koç, üstelik de faşizm koşullarında, yakıcı sorunlarla boğuşan ama bu sorunları gündeme bile alınmayan işçileri, “vatana” sahip çıkmaya çağırıyor. Koç ve partisinin geçmişi ve politik çizgisi hakkında fikri olan herkes, “vatan mücadelesi”, “vatana sahip çıkmak” denirken, insanların doğup büyüdükleri, barış içinde yaşadıkları, doydukları, mutlu oldukları, ezilmedikleri, sömürülmedikleri toprakların değil, ordu-polis gibi baskı aygıtlarıyla, kapitalist devletin ve burjuvazinin egemenliğinin kastedildiğini bilir. Zaten “işçi sınıfının hak ve özgürlüklerini geliştirme mücadelesi”nden dem vurup bu mücadelenin önüne her türlü engeli diken, işçi sınıfına azgınca saldıran faşist iktidara bu denli güç vermek ancak böyle bir anlayışla mümkün olabilir.

Hatırlanacağı üzere Türkiye’de iktidar eliyle faşizmin ve Kürt halkına yönelik savaşın yükseltildiği süreçte Doğu Perinçek ve partisi, “emperyalizmin” yani ABD’nin “saldırılarını” gerekçe göstererek Erdoğan’ı hararetle desteklemişti. Erdoğan ve partisinin 16 yıllık iktidarı boyunca, hem işçi sınıfının hak ve özgürlüklerine hem de “işçi sınıfının hak ve özgürlüklerini geliştirme mücadelesine” en azgın şekilde saldırmasına zerre kadar aldırış etmemişti. Bu iktidar iş güvencesinin ortadan kaldırılması, iş cinayetlerinin katlanarak artması, taşeronluğun norm haline gelmesi, sendikal örgütlülüğün geriletilmesi, grevlerin yasaklanması, işçi direnişlerinin polis şiddeti ile bastırılması gibi pek çok saldırının mimarı oldu.

“Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanını emperyalizme yedirtmemeye” kararlı Perinçek ve partisi, Erdoğan’ın iktidarının bekasının Türkiye’nin bekası olarak sunulmasına, işçi kitlelerinin, emekçilerin büyük bir tuzağa çekilmesine destek verdi. Türkiye işçi sınıfının, sol muhalif kesimlerin, demokratik hakların son kırıntılarının faşizmin okkası altına gitmesine, Kürt halkının ateşe atılmasına destek oldu. Yani Türkiye işçi sınıfını vatan savunması pozisyonuna geçmeye çağıranlara göre bu “pozisyon”, Türkiye işçi sınıfının iliğini kemiğini kurutmaya, bedeli ne olursa olsun Kürt halkına boyun eğdirmeye, Ortadoğu’daki savaş yangınını azdırmaya azimli faşist Erdoğan’ın koltuk değnekliğini yapmaktır!

Faşizmi ve Kürt halkına karşı savaşı yükselten Erdoğan’ı, “bizim dediğimize geldi” şişinmesiyle destekleyen bu anlayışın sahipleri dünya işçi sınıfının büyük bir bölüğünü açıkça düşman ilan etmekten geri durmuyor.

Türkiye’de yüz binlerce ve dünyada milyonlarca işçinin aynı taleplerle meydanlara aktığı 1 Mayıs’tan evvel yayınlanan bir başka yazısında Koç, 1 Mayıs’ın yaklaşması vesilesiyle “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin” çağrılarının yapılacağını hatırlatıyordu. Ancak hemen arkasından “emperyalizm çağında bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesinin mümkün olmadığını” iddia ediyordu. Koç, 19. yüzyılın ortalarında çeşitli ülkelerin işçilerinin birbirlerine ihtiyacı olduğunu, işçilerin bir ülkeden diğerine gidip çalıştığını, bir ülkede ücretler biraz yükseldi mi, grev oldu mu işverenlerin hemen diğer ülkelerden işçi getirdiğini, bu koşullarda, hayatın işçileri uluslararası düzeyde işbirliğine ve dayanışmaya zorladığını söyledikten sonra bugün durumun değiştiğini iddia ediyor:

19. yüzyılda sömürgecilik ve dünyanın paylaşımı yeniden ön plana çıktı. Böylece gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçilerin ücretleri arttı. Bu işçilere genel oy hakkı tanındı. İşçilerin sendika kurmalarına izin verildi. Grev hakkı da verildi. Ayrıca çeşitli ülkelerde sosyal güvenlik sistemleri geliştirildi. Bunlar işçilerin geçmişte elde edemedikleri, elde edebilmek için diğer ülkelerin işçileriyle işbirliğine ve dayanışmaya gitmek zorunda oldukları taleplerdi. Sömürgecilik ve arkasından emperyalist dönem sayesinde İngiliz, Fransız, Alman, Hollanda, Amerikan vb. işçi sınıfları, bu haklara, kendi işverenleriyle ve hükümetleriyle mücadeleye girmek zorunda kalmadan kavuştu. Bu haklar karşılığında da, kendi devletlerinin ordusunda ve kendi patronlarının istekleri doğrultusunda sömürgeciliğe katkıda bulundu, kendi ülkelerinin sömürgelerinin korunması ve arttırılması için başka sömürgeci ülkelerle savaştılar. İşçiler artık emperyalistlerin askeri.

Kim kimin dostu? Somut duruma bakalım. Amerikan işçileri Türk işçileriyle birleşip Amerikan emperyalizmine karşı çıkıyor mu? Hayır. Tam tersine, Amerikan işçileri, Türkiye’ye ve Türk işçilerine saldıran ABD emperyalizmini destekliyor. Bizim işçimizin çıkarı Alman işçisinin çıkarıyla aynı mı? Hayır. Alman işçisi, kendi devletinin ve kendi sermayedarlarının politikalarını destekleyerek, fazla sıkıntıya girmeden hak almaya alışmış. O zaman, Türkiye’nin Almanya tarafından sömürülmesini destekliyor.

Özetle; emperyalizm çağında bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesi mümkün değildir. Gündemde olan, dünya çapında en geniş anti-emperyalist birlikteliğin sağlanmasıdır.[3]

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Koç’un Batı işçi sınıfının hakları için verdiği büyük mücadeleleri, dünya burjuvazisini devrim korkusuyla titrettiği dönemleri yok sayması, işçi sınıfına “verilen”, “tanınan” haklardan bahsetmesi cahillikten, bilmezlikten değildir. Türkiye işçi sınıfında Batılı işçilere düşmanlık hislerini körüklemeyi amaçlayan son derece bilinçli bir çarpıtmadır. Öte yandan emperyalist ülkelerin işçi sınıflarının mevcut iktidarların politikalarına destek verdiğini ileri sürerek o ülkelerin işçi sınıfı ile egemenlerinin çıkarlarının bir olduğunu söylemekse daha büyük bir çarpıtmadır. Bugün işçilerin bir bölümünün Trump’a ya da Merkel’e destek vermesi, Türkiyeli işçilere yönelik milliyetçi önyargılar taşıması, o işçilerin artık Trumplar ve Merkellerle çıkar ortaklığı içinde olduğu, Türkiye işçi sınıfı ile düşman olduğu anlamına gelmez. İşçi sınıfının uluslararası bilinç ve örgütlülük düzeyinin son derece geri olduğu anlamına gelir. İşçi sınıfının örgütsüz ve önderliksiz olmasının burjuvaziye kardeşi kardeşe kırdırtma fırsatı verdiği anlamına gelir. Nitekim Koç da bu fırsatı kullanıyor ve söz konusu ülkelerde işçi sınıfının kendi egemenlerine karşı mücadeleyi topyekûn terk ettiği, onlarla kol kola girdiği, artık öteki ülkelerin işçilerinin dayanışmasına ihtiyaç duymadığı üzerine çarşaf çarşaf yazılar yazarak zehrini saçıyor.

Koç’un emperyalizm çağında emperyalist egemenlerle o ülkelerin işçi sınıflarının çıkarlarının bir olduğu çarpıtmasından hareketle bir başka çarpıtmaya, emperyalizm çağında bütün ülkelerin işçilerinin birleşemeyeceği düşüncesine ulaşması son derece keyfi ve temelsizdir. Kapitalist toplumun iç yüzüne ışık tutan Marksizm bu düzenin kendisinden önceki tüm toplumlardan farklı olarak küresel ölçeğe ulaştığını ortaya koymuştur. Kapitalizmin yarattığı temel sınıflar, sermaye sınıfı ve işçi sınıfı, ulusal değil küreseldir. Modern sanayi toplumunda bütün ülkelerin işçilerinin kapitalistler karşısında çıkarları ortaktır. Bu ortaklık ifadesini işçi sınıfının uluslararası birliğinde bulur. Bu nedenle Komünist Manifesto “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin” çağrısıyla biter. Marksizme sadık kalanlar açısından bugün de temel şiar budur.

Emperyalizm kapitalizmden farklı bir olgu değildir. Kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Kapitalizmin yaşlanma ve çürüme dönemidir. Kapitalizmin bu aşamasında üretim, mülkiyet, sınıf ve sömürü ilişkilerinde temel bir değişim söz konusu olmadığı gibi tam tersine bu çelişkilerde bir keskinleşme, derinleşme söz konusudur. Bu durum işçi sınıfının uluslararası işbirliği ihtiyacını gölgelemek bir yana daha da hayati kılar. Bütün ülkelerin işçilerine yapılan birleşme çağrısının anlamını ve haklılığını güçlendirir. Bu gerçeğin üzerinden atlamak, emperyalist ülkelerin işçi sınıflarının içinde bulunduğu geri durumu mutlak ve değişmez kabul ederek buradan düşmanlık türetmeye çalışmak, şiddetle mahkûm edilmesi gereken bir tutumdur. İşçilerin zihnine en gerici, en tehlikeli düşünceleri zerk etmektir, işçi sınıfına düşmanlıktır.

Koç, iddialarını yeni ve parlak görünen kılıflar altında pazarlamaya çalışsa da doğrusu güneşin altında yeni bir şey yok! Tarihte işçi sınıfından yana görünüp onu milliyetçilikle felç etme tutumuna ilişkin pek çok örnek vardır. İkinci Enternasyonal partilerinin reformist tutumları, Elif Çağlı’nın ifadesiyle kendilerini kapitalizmin ekonomik yükseliş eğilimine uyarlayarak reformizm batağına sürüklenmeleri, 1914’te birinci emperyalist paylaşım savaşının patlak vermesiyle kendi burjuva hükümetlerinin yanında yer almaları, işçi sınıfını diğer ülkelerin işçi sınıflarını boğazlamaya çağırmaları, savaş kredilerine onay vermeleri, işçi sınıfının Rosa Luxemburg ve Lenin gibi büyük önderleri tarafından teşhir ve mahkûm edilmiştir. Lenin ve yoldaşları dünya işçilerinin birliği ve dünya devrimi için mücadele etmiştir. Üçüncü Enternasyonal bu mücadelenin bir ürünüdür. Bütün bunlar Koç’un “artık işler değişti” dediği emperyalizm çağında olmuştur. Ve bugün Koç’un savunduğu şeyi o günlerde savunan İkinci Enternasyonal partilerine karşı enternasyonalizm bayrağını yükselterek mücadele edenler sonunda Ekim Devrimi gibi bir destan yazdılar.

Ancak ne yazık ki Lenin’in hayata gözlerini yumduğu 1924’ten itibaren işçi sınıfının enternasyonal birliği için mücadele düşüncesi gerilere itilmiştir. Stalinizmin güç kazanmaya başlamasıyla gerici “tek ülkede sosyalizm” düşüncesinin hâkimiyeti söz konusu olmuştur. Ulusal kalkınmacılık sosyalizm olarak sunulmuştur. Milenyum dönemecine yaklaşılırken SSCB’nin çöküşünü fırsat bilen dünya burjuvazisinin kapitalizmi muzaffer, alternatifsiz ve ebedi ilan etmesi, Marksizmin ideolojik ve politik mevzilerine yönelik alabildiğine ağır, alabildiğine sistematik saldırılar yürütmesi, işçi sınıfının saflarındaki dağınıklığı arttırmıştır. İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyini, sınıfsal aidiyet ve dayanışma duygusunu tüm dünyada geriletmiştir.

Ancak bu durum aşılmaz değildir. Bütün ülkelerin işçilerinin birleşmesi hem mümkün hem gereklidir. Nitekim dünya işçi sınıfında yaşanan kıpırdanmalar geleceğin mücadelelerinin ipuçlarını veriyor. ABD’de işçi sınıfının kitlesel grev ve eylemleri, gençlerin bu eylemlere anti-kapitalist sloganlarla aktif katılımı, kitlelerin Trump’ın ırkçı söylemlerine, milliyetçi politikalarına yönelik protestoları, ABD’deki protestoların Avrupalı işçi ve emekçilerde yankısını bulması, Avrupa’nın pek çok ülkesinde işçi sınıfının kitlesel eylemler ortaya koyması, kışkırtılan düşmanlığa karşın “mülteciler kardeşimizdir” sloganlarının yükselmesi, küçük de olsa Türkiye’deki işçi direnişlerine sağlanan uluslararası destek gibi örnekler geleceğin nasıl şekilleneceğini gösteriyor. İşçi sınıfının birliğini güçlendirmek üzere ortaya koyulan çabaların asla boşa gitmeyeceği umudunu tazeliyor.

“Devrimci mücadelenin içerdiği enternasyonal boyut ve bununla uyumlu bir enternasyonal yaratılması çabası, kapitalizmin tarihsel bir sistem krizi içinde debelendiği günümüz koşullarında misliyle önem kazanmış bulunuyor.”[4] Bu nedenle devrimci Marksistler ulusal dargörüşlülüğe asla prim vermezler, işçi sınıfını sermaye sınıfı karşısında bölüp parçalayan, güçsüz düşüren her türlü ideoloji ve eğilime karşı amansız mücadelelerini her koşulda sürdürürler. Burjuvazinin, Koç ve benzerlerinin zehirli propagandalarını boşa çıkarma çabasından ödün vermeden gururla “ulusalcı değil, enternasyonalistiz” sloganlarını haykırırlar. Enternasyonalist perspektifle örgütlenerek, insanlığı işçi sınıfı aracılığıyla yeni bir dünyaya, özgür bir geleceğe taşıma hedefine kilitlenirler.

 

 

Enternasyonalist Komünist



[1]   Yıldırım Koç, “Ekmek mi Vatan mı?”, Aydınlık, 2 Temmuz 2018

[2]   Yıldırım Koç, “Niçin Doğu Perinçek, Niçin Vatan Partisi”, Aydınlık, 19 Haziran 2018

[3]   Yıldırım Koç, “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşemez”, Aydınlık, 10 Nisan 2018

[4]   Elif Çağlı, Enternasyonal Sorunu, marksist.com, Temmuz 2012

link: Enternasyonalist Komünist, Ulusalcı Değil Enternasyonalistiz, 23 Ağustos 2018, https://enternasyonalizm.org/node/215

yayın tarihi: 23 Ağustos 2018