Faşizmin Medyası İş Başında

Söz yalan söylüyorsa,

ses yalan söylüyorsa,

ellerinizden geçinen

ve ellerinizden başka her şey

herkes yalan söylüyorsa,

elleriniz balçık gibi itaatli,

elleriniz karanlık gibi kör,

elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,

elleriniz isyan etmesin diyedir.

 

Faşist rejim Afrin harekâtını, “terörle mücadele” adı altında burjuva muhalefetin kendi arkasında saf tutmasını sağlamak, azalma eğilimi gösteren kitle desteğini arttırmak ve az da olsa halen varlığını sürdüren çeşitli muhalefet odaklarını ezmek için kullandı, kullanıyor. Afrin harekâtının başladığı günden bu yana söylenen her karşı söz, yapılan her eleştiri, hatta yeterince savaş çığırtkanlığı yapmamak bile “terörü desteklemek” olarak yaftalanıyor ve tutuklanmaktan hedef gösterilmeye kadar çeşitli düzeylerde baskıyla karşılaşıyor. Bugüne kadar yüzlerce kişi savaş karşıtı paylaşımlarından dolayı gözaltına alındı, tutuklandı. Bu süreçte medya da yeniden hizaya çekildi ve çatlak seslerin çıkmaması için önlemler alındı. İlk olarak akreditasyon aranmaksızın hemen bütün medya temsilcileriyle basına kapalı(!) bir toplantı yapılarak savaş talimnamesi tebliğ edildi. Bu talimnamede açıkça sansür uygulanması, savaş karşıtı gösterilere ve yorumlara yer verilmemesi isteniyor, harekât ile ilgili yapılacak haberler için tek başvuru kaynağı olarak hükümet gösteriliyor, haberlerin iktidar ağzıyla yapılması emri veriliyordu. Geçen bir aylık süre zarfında bu talimnamenin eksiksiz bir şekilde yerine getirildiğini ve medyanın “faşizm medyası” tanımının hakkını vererek büyük biraderin şefliğinde tek sesli bir savaş çığırtkanlığı korosuna dönüştüğünü görüyoruz. Otoriterleşme eğilimini faşist tırmanış ve ardından kurumsallaşma sürecinin takip ettiği yıllar içinde iktidarın izlediği baskıcı politikalara paralel olarak şekillenen medya bugün gelinen noktada Erdoğan iktidarına istisnalar hariç tam anlamıyla teslim olmuş durumda. Oysa yandaş medyanın “havuz medyası” olarak tanımlandığı günlerde bazı burjuva medya kanallarında sınırlı da olsa çeşitli muhalif seslere de yer veren yayınlar görmek mümkündü. Haziran 2015 seçimleri öncesinde HDP’li siyasetçilerin, şu anda çoğu içeride olan gazetecilerin konuk edildiği tartışma programlarını hatırlayalım.

AKP iktidarı Adnan Oktar’ın kediciklerini bahane ederek internet üzerinden yapılan yayınlara da sansür getirmek amacıyla “yurt içi veya yurt dışından, Türkçe olan veya olmayan, internet ortamında düzenli olarak yapılan tüm sesli ve görüntülü yayınları” RTÜK’ün denetimine tâbi kılacak olan yasa tasarısını Meclise sundu. Yasalaşacağına kesin gözüyle bakabileceğimiz bu tasarının “gerekliliğini” Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Aslan şöyle açıklıyor: “İnternet üzerinden yapılan TV yayınlarında, herhangi bir düzenleme olmamasından kaynaklı insanlar burada yanlışlık yapabiliyorlar. Bizim amacımız burada bir yasal düzenleme getirmek ve yanlışlığın önüne geçmek. Hiç kimsenin yaptığı doğru yayına müdahale etmek değildir. Hiç kimsenin normal değer yargılarımız içerisinde yaptığı çalışmaya müdahale etmek demek değildir.” Burada sözü edilen “yanlışlık” iktidarın onaylamadığı haberler yapmak, “normal değer yargıları” ise faşizmin değer yargıları anlamına gelmektedir. Böylelikle AKP iktidarı, faşizm korosunda yer almayan muhalif gazetecilerin, sosyalist basının, Kürt hareketinin sesini duyurabildiği, görece az sayıda kesimin takip ettiği internet yayınlarını da engelleyerek yolunu tamamen temizlemek istemektedir.

Her dönem kapitalist sistemin en önemli ideolojik aygıtlarından biri olan medyanın özellikle olağanüstü dönemlerde arzu edilen kitle psikolojisini oluşturmada oynadığı gerici rolü tarihteki örneklerinden biliyoruz. Örneğin Hitler Almanya’sında Propaganda Bakanı Goebbels’in Alman halkını milliyetçilik zehriyle uyuşturmak ve faşizmin kitle tabanı haline getirmek için başvurduğu araçlardan biri de medyaydı. Propaganda Bakanlığı kurulduğunda Almanya’da yayınlanan bütün ulusal ve yerel gazeteler bakanlığın denetimine girmişti.  O dönemde yaygın olarak radyo dinleniyordu ve Goebbels radyoyu mükemmel bir manipülasyon aracı olarak kullanmayı başarmıştı. O kadar ki, bir konuşmasında “radyo olmasaydı biz iktidara gelemez ve iktidarı etkin şekilde kullanamazdık” diyordu. Radyoda her gün Hitler’in konuşmalarına yer veriliyor, ırkçılık ve Yahudi düşmanlığı körükleniyor, büyük ulus olmak adına savaş çığırtkanlığı yapılıyordu. Bugün de Erdoğan iktidarının yaptığı şey aynıdır. Ve Hitler Almanya’sında radyo hangi işlevi gördüyse bugün de Türkiye’de televizyon ve internet aynı işlevi görmektedir. Faşizmin medyası, Goebbels’e rahmet okutacak bir gayretkeşlikle yalan makinesini işletmekte, gerçekler ters yüz edilmekte, sorgulamalarına fırsat verilmeksizin kitleler 7/24 manipüle edilmektedir. Bütün kanallarda savaşla yatılıp savaşla kalkılıyor. Tam da savaş talimatnamesine uygun olarak her gün “kahraman Türk ordusunun teröristlerin inlerine girdiğini, bölgedeki köyleri özgürleştirdiğini, bölge halkına gıda ve sağlık hizmeti götürdüğünü” gösteren fotoğraflar ve videolar servis ediliyor. Savaş haberlerinden arta kalan zamanda ise incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler haber adı altında veriliyor. Bu da yetmezse savaş haberlerinden bunalanlar için yemek programlarından Survivor’a kadar her zevke göre programlarla, dizilerle beyinler uyuşturuluyor. Erdoğan’ın neredeyse bütün konuşmaları canlı veriliyor, sözde farklı görüşlerin tartışıldığı programlarda sadece kelimeler yer değiştiriyor. İma yollu da olsa çatlak ses çıkaran olursa en iyi ihtimalle kapı gösteriliyor. Önceleri üstü örtük yapılan müdahaleler artık açıktan yapılıyor ve hiç yadırganmıyor. Örneğin Şirin Payzın’ın programında Cumhurbaşkanını kızdırdığı iddia edilen bir soru sorması üzerine kendisine kapı gösterildiğinde, bunun “basın özgürlüğüne” müdahale olup olmadığı değil Cumhurbaşkanının gerçekten kızıp kızmadığı tartışıldı “özgür” basınımızda.

Köşe yazarlarından program sunucularına kadar hemen herkesin dahil olduğu bu tek sesli koroda şüphesiz daha heveskâr olanların sesi de daha cırtlak çıkıyor. Mesela Akit TV sunucusu Afrin’de sivillerin de öldüğünü söyleyenlere yanıt vermek adına “Sivil öldürecek olsak Cihangir’den başlarız, Nişantaşı, Etiler... Değil mi yani bir sürü hain var. Türkiye Büyük Millet Meclisi var” diyebiliyor. Doğan Yayın İlkeleri Kurulu toplantısında konuşan Aydın Doğan “milli birlik, terörle mücadele, Afrin operasyonu, ABD-Türkiye ilişkileri”ne dair öyle bir konuşma yapıyor ki Erdoğan’ın konuşmalarından ayırt etmek mümkün olamıyor. Artık sadece iktidar kanadında değil farklı mecralarda konuşan ya da yazan küçük Erdoğancıklar her yerde boy gösteriyor!

Medyanın bütün alanlarında görünen bu akıl tutulmasının, bu savaş histerisi halinin zamanının büyük çoğunluğunu televizyon karşısında ya da internet başında geçiren örgütsüz emekçilerin bilincini felç etmemesi beklenemezdi. Ülkenin “beka sorunu” işçi sınıfının ekonomik ve sosyal sorunlarının önüne geçmiş durumda. Bugün AKP’li olsun olmasın işçi sınıfının büyük kesimi bu savaşın “terörle mücadele” savaşı olduğunu, söz konusu vatansa bu savaşın haklı olduğunu düşünüyor. Medyanın manipülatif haberlerinin ayrıntılarında boğulan emekçiler bu beka sorunuyla neden karşı karşıya kalındığını ya da Afrin harekâtının Ortadoğu’da yürüyen emperyalist paylaşım savaşıyla olan bağını tartışmıyor. Tam da iktidarın istediği gibi mesele en sığ haliyle algılanıyor: Vatanını seven bu harekâtı desteklemelidir. Savaşın karşısındaysan terörün yanındasın, vatan hainisin! Ortadoğu’da yürüyen savaşta Türkiye’nin durumu pek parlak görünmese de şimdilik diyebiliriz ki medyanın ibretlik gayretkeşliğinin de katkısıyla rejim yürüttüğü psikolojik savaşta istediğini elde etmiştir.

“Burjuva ideolojik aygıtların en önemli faaliyetlerinden biri burjuvazinin çıkarları doğrultusunda düşünce, kanaat, yorum, yalan ve imaj üretimidir. Bu ürünleri yayan propaganda, psikolojik savaş yöntemlerinden biridir ve böylece kitlelerin algısı manipüle edilerek arzulanan kitle psikolojisi oluşturulur. Burjuva ideolojik aygıtların propaganda bombardımanı altında algıları biçimlenen ve gerçek bilgi kaynaklarına ulaşamayan kitleler, vicdanları titretecek en can yakıcı olayları dahi iktidarın empoze ettiği açıdan görebilirler. Normalde barışçı bir atmosferi arzu edecek kitleler, özellikle olağanüstü rejim dönemlerine eşlik eden kara propagandalar temelinde haksız savaşlara alkış tutan bir çılgınlığa sürüklenebilirler. Kitleler kendi yaşamlarını cehenneme çeviren sorunların, tepelerine çöreklenmiş burjuva iktidarlardan değil de çeşitli komplolarla ülkeyi zayıflatmaya çalışan iç ve dış düşmanlardan kaynaklandığı yalanına kanabilirler.” (Elif Çağlı, Otoriterleşme ve İdeolojik Aygıtların Rolü, marksist.com)

Kapitalizmin olağanüstü yönetim biçimi olan faşizmin kitlelerin bilincini nasıl bulandırdığını bilen sınıf bilinçli işçiler açısından bugün yaşananların hiçbiri şaşırtıcı değildir. Fakat hep vurguladığımız gibi tarih karanlık dönemlerden çıkıldığını, faşizmin tabanı haline getirilmiş kitlelerin değişimini gösteren sayısız örnekle doludur. 1. Dünya Savaşında savaş histerisine kapılmış kitlelerin artan ölümler, açlık ve yoksulluk karşısında yaşadığı değişimi, yine aynı duygularla Hitler faşizminin peşinden sürüklenerek 2. Dünya Savaşında cephelere koşan Alman emekçilerin savaşın sonundaki ruh halini hatırlayalım. Kapitalist sistemde olağanüstü rejimlerin varlığını ilânihaye sürdürmesi mümkün olmadığı gibi, bizzat olayların kendisinin toplumu değişime zorladığı tartışmasız bir gerçekliktir.

Enternasyonalist Komünist

link: Enternasyonalist Komünist, Faşizmin Medyası İş Başında, 2 Mart 2018, https://enternasyonalizm.org/node/199

yayın tarihi: 2 Mart 2018