OHAL'in Bilançosu

OHAL’in milleti etkilemeyeceğinin sözünü ve garantisini verenleri bir kenara bırakacak olursak, 5 ayı aşkın OHAL süreci boyunca yaşananlara baktığımızda başlatılan bu sindirme ve “temizlik” harekâtının hızla “FETÖ”den çıktığı ve “Türk tipi başkanlık sistemi” yolunda ilerlerken tam tekmil biat eden bir toplum yaratılmaya çalışıldığı ortadadır.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ve ardı ardına çıkarılan KHK’lar, Türkiye’yi karanlık ve kaotik bir döneme sürüklerken, topluma ve tüm muhalif kesimlere karşı yürüyen sindirme ve temizlik harekâtı da son sürat devam ediyor. OHAL ilan edilirken hükümet sözcüleri, bunun millete değil devlete karşı olduğunu, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerine dokunulmayacağını, günlük hayatın aynı şekilde devam edeceğini ifade etmişlerdi. Fakat asıl olarak 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası başlayan ve 15 Temmuz’dan itibaren büyük bir hız kazanan karanlık gidişat, toplumun günlük yaşamını olağanüstü bir değişime uğrattı. OHAL’in ilan edilmesinin ardından geçen 5 aylık süre, toplumu çelişkilerin, savaşın ve krizin tam göbeğine sürükledi.

OHAL’in milleti etkilemeyeceğinin sözünü ve garantisini verenleri bir kenara bırakacak olursak, 5 ayı aşkın OHAL süreci boyunca yaşananlara baktığımızda başlatılan bu sindirme ve “temizlik” harekâtının hızla “FETÖ”den çıktığı ve “Türk tipi başkanlık sistemi” yolunda ilerlerken tam tekmil biat eden bir toplum yaratılmaya çalışıldığı ortadadır. 22 Temmuzda 3 ay süreli ilan edilen ve 19 Ekimde 3 ay daha uzatılan OHAL ile birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bazıları kalkıyor ne diyor? ‘OHAL kalksın.’ OHAL şu an hemen niye kalksın” benzeri söylemlerinden de anlaşılacağı üzere OHAL rejiminin kalıcı hale getirilmek istendiği ve muktedirlerin ifade ettiklerinin aksine toplumun bu rejimden en ağır şekilde etkilenmeye devam edeceği açıktır.

15 Temmuz’dan bu yana olup bitenlerin tablosunu önümüze serdiğimizde işin vahameti daha net bir şekilde anlaşılıyor. OHAL’in ilan edilmesinden itibaren bugüne kadar 12 KHK çıkarıldı. Anayasal temeli olan, sadece OHAL’in “gerektirdiği” konularda ve ölçülülük ilkesi dikkate alınarak düzenlenebilen Kanun Hükmünde Kararnameler, gerek zaman bakımından, gerek konu ve getirdiği kurallar bakımından sınırlıdır. Ancak 5 aydır çıkarılan KHK’lar, Anayasaya ve yasalara uygunluk aranmadan, denetim dışı ve hukuksuz bir şekilde çıkarılmaktadır. Böylelikle KHK’larla yürütülen OHAL düzeninde sınırsız yetkilere kavuşan iktidara bağlı güçler, istenilen her şeyi yapabilmektedirler.

Çıkarılan 12 KHK’nın verdiği yetki ile 118 bini aşkın kişi hakkında idari işlem başlatıldı. 85 bin kamu çalışanı ihraç edildi, 55 binden fazlası açığa alındı. KESK’e bağlı sendikaların yüzlerce üyesi ve yöneticisi işten atıldı, binlercesi ise açığa alındı. İşten atılmakla da kalmayan kamu çalışanlarının tüm özlük hakları ellerinden alındı, adeta açlığa ve işsizliğe mahkûm edildi. Böylelikle OHAL’in kaldırılmasıyla kendiliğinden ortadan kalkması gereken KHK’lar ve ona bağlı değişiklikler, kalıcı işten atmalar gibi uygulamalarla kalıcı hale getirilmek isteniyor. İşten atmaların yanı sıra hak arayışında olan işçilerin eylemleri ve direnişleri OHAL bahanesiyle yasaklanıyor. Yetkili ağızların da ifade ettikleri gibi “ıvır zıvır” olarak görülen grevler engelleniyor. Basın açıklaması, toplantı ve gösterilere izin verilmiyor. OHAL süresince on binlerce insan gözaltına alındı, 96 bin kişi “şüpheli” olurken 40 bin kişi tutuklandı. Gözaltı süreleri bir aya kadar uzatılırken gözaltı boyunca polise verilen geniş yetkiler, avukat-müvekkil mahremiyetinin ortadan kaldırılması, görüş yasakları ile hukuksuzluk had safhaya ulaştı. Üstelik tutsaklara yönelik her türlü fiziksel ve psikolojik işkence ile burjuva hukukunda dahi “kutsal” sayılan insan hakları ayaklar altına alındı. Böylelikle keyfi gerekçelerle gözaltına alınan, işkence gören, sonu belirsiz sürelerce tutuklu kalanlar her türlü hukuki koruma ve savunma haklarından yoksun bırakıldı. Cezaevleri doldu taştı.

Her türlü muhalefeti baskı altına alma amacıyla yürüyen gözaltı ve tutuklama furyasından en çok da akademisyenler, yazarlar, gazeteciler, avukatlar nasibini aldı. 150’ye yakın gazeteci tutuklanırken, iktidarın dilinden konuşmayan gazeteler, televizyon kanalları ve basın kuruluşları kapatıldı. Aralarında muhalif insan hakları ve hukuk derneklerinin de bulunduğu 1500’ü aşkın vakıf ve derneğin kapısına mühür vuruldu. Yüzlerce okul, özel eğitim kurumu, özel yurt ve üniversite kapatıldı. AKP, YÖK yasasında yıllardır yapmak istediğini KHK’lar ile yaşama geçirdi. Üniversitelerde rektörlük seçimleri kaldırılarak, cumhurbaşkanına tepeden atama yetkisi verildi. 15 Temmuz öncesinde devletin Kürtlere yönelik yürüttüğü savaş 15 Temmuz sonrasında DBP’li belediyelere kayyum atanmasıyla, belediye eşbaşkanlarının, DBP yönetici ve üyelerinin ve HDP’nin eş genel başkanlarının, milletvekillerinin ve yöneticilerinin tutuklanmasıyla ivme kazandı.

Yürürlüğe konan OHAL düzeninde her alanda tam bir hukuksuzluk hüküm sürerken, milyarlarca liralık kamu projeleri yandaşlara ihalesiz dağıtılmakta, devletin ve belediyelerin gayrimenkulleri tarikat vakıflarına peşkeş çekilmekte, okullar, yurtlar, camiler iktidarın paramiliter güçlerini yetiştirme merkezine dönüştürülmekte. Yargı bağımsızlığının sıfırlandığı, yasama organının süse indirgendiği Türkiye, kanun hükmünde kararname çıkarabilmek de dâhil sultanlık yetkileriyle donatılmış Türk tipi bir başkanlık sistemine geçmek üzere.

Tüm bunlar olurken, savaş hem içerde hem dışarda sürüyor. Kapitalizm bir çıkmaza sürüklenirken, insanlık kan kaybına uğruyor. Her gün bombalar patlıyor, ölüm haberleri artarak geliyor. İş cinayetleri hiç olmadığı kadar arttı. Sorumluları yargılanmak bir yana ödüllendiriliyor. Toplum çürüdükçe çürüyor, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, tacizler, tecavüzler toplumun çatırdayan yarıklarından her alana yayılıyor. Yoksulluğa mahkûm edilen aileler, küçücük yavrularını tarikat yurtlarının kucağına teslim ediyor, diri diri yanarak can veren yavrularının ardından çaresizce gözyaşı döküyor. Ancak ne yapılıyorsa “huzur ve istikrar” adına yapılıyor!

Bir yanda bunlar yaşanırken öte yanda Cumhurbaşkanı Erdoğan verdiği bir demeçte, toplumun aklıyla dalga geçercesine Türkiye’deki ifade özgürlüğüne dair şunları söyledi: “Benim ülkemde böyle bir sorun var mı? Benim ülkemde böyle bir sorun yok; isteyen istediği gibi konuşuyor, inandığı gibi yaşıyor, istediği gibi giyiniyor, istediği gibi yiyor içiyor, bütün bunları yapıyor. Biz hiçbir şeye yasak getirmedik. Türkiye, yasakların olduğu bir ülke olmamıştır. Türkiye son yıllarda, son 14 yılı bir kenara koyuyorum, hiçbir dönemde bu kadar özgür, bu kadar huzurlu, bu kadar rahat bir dönemi yaşamamıştır.” OHAL’in bilançosu ortadadır, Türkiye’de hiçbir iktidar bu kadar özgürce, bu kadar rahat, pervasız ve riyakârca davranmamıştır. Demokrasi ve insan haklarına böylesine elini kolunu sallaya sallaya saldırılmamıştır. Ölümler hiç bu kadar sineye çekilmemiştir. Baskılar ve yasaklar hiç bu kadar meşruymuşçasına karşılanmamıştır. Bunun elbette bir sebebi vardır. Açlığın ve zulmün içinde kıvranan işçi ve emekçi kitleler kulakları sağır eden bu patırtı karşısında alabildiğine örgütsüz olduğu için bu kadar tepkisizdir. Ve iktidar, toplumu bastırmak ve sindirmek üzere kullandığı tüm araçlarını sapına kadar kullanarak örgütsüz ve bilinçsiz hale getirdiği işçi ve emekçilerin mevcut haline yaslanarak koştura koştura yol almaktadır. Ancak bu karanlık dönem eninde sonunda son bulacağı gibi iktidarın da soluğu tükenecektir. İşçi ve emekçilerin iktidarın pervasızca savurduğu bu yalanlara kanmayacağı, bu baskı ve sömürü düzenine indireceği son darbeyle tüm sömürücülerin son nefeslerini vereceği günler gelecektir.

Enternasyonalist Komünist

link: Enternasyonalist Komünist, OHAL'in Bilançosu, 1 Ocak 2017, https://enternasyonalizm.org/node/184

yayın tarihi: 1 Ocak 2017