Toplumun tüm kesimlerini biat etmeye zorlayan iktidarın, bu bağlamda son zamanlarda çeşitli vesilelerle üzerinde durduğu alanlardan birisi de eğitim ve gençlik. İlkokuldan üniversiteye kadar her düzeyde sürekli yeni düzenlemeler yaparak eğitim sistemini yapboz tahtasına çeviren AKP belli ki henüz istediği sonuca ulaşabilmiş değil. Nitekim bakanlarından yandaşlarına AKP’nin farklı konumdaki temsilcilerinden eğitim konusunda başarısızlığın altını çizen açıklamalar geliyor. Meselâ Eğitim Bakanı Nabi Avcı dindar ve kindar gençliğe methiyeler düzen Necip Fazıl’a borçlarını henüz ödeyemediklerini söylemişti.[1] Daha yakın zamanda ise Star yazarı Ahmet Taşgetiren “AK Parti’nin 14 yılının en zayıf karnesi eğitim alanındadır” demiş ve Erdoğan’ın kaptanlığında eğitim reformuna ihtiyaç olduğunu yazmıştı.
15 Temmuz’u “Allah’ın bir lütfu” olarak gören Erdoğan iktidarı, normal koşullarda kısa zamanda gerçekleştirmesinin çok zor olduğu ve önemli dirençle karşılaşacağı planlarını hayata geçirmeye başladı. Gündemin yoğunluğundan dolayı yeterince öne çıkmasa da eğitim ve gençlik konusunda daha kapsamlı adımlar atılacağının emareleri var.
Gençlik, iki boyutlu olarak Erdoğan iktidarının gündeminde yer alıyor. Birincisi iktidarın ideolojisine uygun bir nesil yetiştirmek için okullarda hayata geçirmek istedikleri projeler. İkincisi ise, okullu-okulsuz gençlerin mahallelerde iktidarın politik çıkarları doğrultusunda vurucu güç olarak örgütlenmesi. Birincisi “proje okullar” düzenlemesi ve imam-hatip okullarının yaygınlaştırılmasında somutlanıyorken, ikincisi ise son olarak Diyanet’in sunduğu camilere bağlı gençlik kolları projesi ile gündemde. Faşizmin kurumsallaşmasının adımlarının atıldığı böylesi bir dönemde, gençliğe yönelik bu planlar olağan dönemlerden çok daha fazla önem ve tehlike arz ediyor.
Camilere bağlı gençlik kolları
Gerek personel sayısı gerekse bütçesi bakımından bakanlıkları aratmayan, hatta bazılarını geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), faşist gidişatın önemli kurumlarından birisi olarak kendisine biçilen rolü yerine getiriyor. Dönem dönem farklılıklar arz etse de DİB kurulduğu günden bugüne kadar egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda faaliyet yürütmüş, egemen ideolojinin toplumun hücrelerine nüfuz etmesi için din alanında kendi üzerine düşeni yerine getirmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra uzunca bir dönem Kemalizmin hizmetinde resmi bir din anlayışı yaratıp kitlelere empoze etme işlevi gören DİB, muhafazakâr sağ iktidarlar ve Soğuk Savaş döneminde daha tutucu bir din anlayışını yaymaya başlamış, AKP iktidarı altında ise onun “siyasal İslam” anlayışının yayıcısı olmuştur. İktidar dara düştüğü anda fetvalarla, hutbelerle yardıma koşan DİB, iktidarın emperyal heveslerinden Kürt sorununa, yolsuzluklardan darbe girişimlerine kadar her konuda görüş bildirmiş ve kitleleri manipüle etmekte önemli bir işlevi yerine getirmiştir. 15 Temmuz gecesi ise Diyanet İşleri Başkanının canlı yayında camilere selâ okunması çağrısı yapması ve kitleleri darbeye karşı sokağa çağırması Erdoğan’ın planlarının önemli bir parçasıydı. Yıllarca saygıda kusur edilmeyen “Hocaefendi”nin yerini “terörist başı”, Cemaat’in yerini FETÖ alacaktı. Bu noktada, DİB’e önemli görevler düşüyordu: “FETÖ’”nün gerçek yüzünü Müslümanlara anlatmak, iktidarın yeni ihtiyaçlarına uygun bir biçimde ideolojik propagandaya devam etmek. Nitekim bu kapsamda Başkan Mehmet Görmez televizyon programlarına katıldı, camilerde hutbeler verildi, konferanslar düzenlendi. Hatta DİB tarihinde bir ilk gerçekleşti ve din şurası olağanüstü olarak toplandı. Geçtiğimiz günlerde ise bu çalışmaların bir sonucu olarak DİB tarafından bir rapor yayınlandı.
Raporda uzun uzun FETÖ’nün İslam dini ile bir alâkasının olmadığı anlatıldıktan sonra, Diyanet çözüm önerilerini sunuyor. Çözüm önerilerinin özünü gerçek İslamın ne olduğunun topluma anlatılabilmesi için çeşitli kurulların oluşturulması, yine bu temelde hangi çalışmaların yapılması gerektiği oluşturuyor. Bunu da özetle “Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, Millî Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurumu ve üniversiteler, gençlerin dinî ve millî değerlerini kazanmaları, sağlam bir karakter eğitiminden geçmeleri konusunda acil bir eylem planı ortaya koymalı ve derhal uygulamalıdır” cümlesiyle ifade ediyorlar. Bu hedeflerine ulaşabilmesi için “DİB’in yasal yetki ve sorumlulukları genişletilmeli ve tahkim edilmeli” deniliyor.
Buraya kadar olağan önerilerini sunmuş olan DİB, raporun sonunda bombayı patlatıyor: Sanal âlemin kıskacında her türlü illegal ve zararlı etkilere açık olan milyonlarca gencimizin dinî, ahlakî ve millî değerleri donanmaları yolunda başta MEB ve DİB olmak üzere tüm yetkili kurum ve merciler acil eylem planları yaparak gerekli somut adımları atmalıdır! Bu çerçevede DİTİB[2] tecrübesinde olduğu gibi camilere bağlı “Gençlik Kolları” oluşturulmalı; il ve ilçelerde “Gençlik Rehberi” adıyla yeterli kadrolar ihdas edilmeli ve bu rehberler aracılığıyla DİB ideal bir gençliğin yetiştirilmesinde gerekli desteği vermelidir!
Hedeflenen “ideal gençliğin” iktidar için ideal gençlik olduğunu söylemeye bile gerek yok. İktidarın ideolojisini sorgusuz sualsiz benimseyen, iktidarın çıkarları için her türlü manevi ve ahlâki değeri bir kenara bırakabilecek, iktidar vur deyince vuracak, öl deyince ölecek bir gençlik anlamına geliyor bu. İktidarın kendi ideolojisi ve siyasi planları doğrultusunda ideal gençlik yaratma emelinin bir parçası olarak camilere bağlı “gençlik kolları” oluşturma projesi faşist tırmanış sürecinde paramiliter güçler yaratılmasında ciddi bir tehlikeye işaret ediyor. AKP’nin gençlik kolları faşizmin paramiliter gücü için yetersiz kalmış ve bu yüzden de Osmanlı Ocakları gibi oluşumlara yönelinmiştir. Olağanüstü yönetim biçimleri böylesi vurucu güçlere ihtiyaç duymaktadır. Bugün gelinen noktada Osmanlı Ocakları da tek başına faşist tırmanışın gerektirdiği pis işleri görmeye yetmiyor. İktidar, özellikle 15 Temmuz sonrasında, dini daha fazla ön plana çıkaran ve daha yaygın bir ağa ihtiyaç duymaya başladı. 12 Eylül faşizmine giden yolda da, kitleleri manipüle etmek için milliyetçilik tek başına yeterli olmadığı için, Türk-İslam ülküsü devreye sokulmuştu. Bu ideolojiyle kitleleri arkasına takmaya çalışan Ülkü Ocakları 12 Eylül’e gidilen süreçte darbenin zeminini döşemek için özellikle gençlere yönelik faaliyetler yürütüyordu. “1970’e gelindiğinde sayıları 200’ü bulan Ülkü Ocaklarında toplanan gençlere özel bir önem atfedilmiş, seçilenlere parti ileri gelenleri tarafından ideolojik eğitim verilmiş ve uzun bir süre bu çalışma partinin örgütlenme faaliyetinin temelini oluşturmuştur. Yarı askeri bir yapıya sahip olan bu örgütlenme içerisinde yetiştirilen gençler, ellerine silah tutuşturularak üniversitelere, grevlere veya solcuların etkin olduğu semtlere gönderiliyor, devrimci-solcu gençlerin, aydınların, işçilerin üzerine salınıyordu. Faşist MHP’nin temel prensibi, devrimcilerin ve solcuların bulunduğu her alanda var olmak ve onların karşısına dikilmekti. Bu amaçla özellikle taşradan yeni gelmiş köylü çocukları ya da şehrin varoşlarında yaşayan işsiz güçsüz lümpen gençler seçiliyor, kapitalizmin ezerek bir paçavra gibi sistemin dışına attığı bu gençlerin sisteme duydukları öfke komünizm karşıtlığına kanalize edilerek beyinleri en gerici fikirlerle yıkanıyordu.”[3]
Bugün Erdoğan faşizmine giden süreç bambaşka dinamiklerden beslense de, konjonktür farklı olsa da ‘80 öncesinin faşist çetelerinin farklı kılıklarla karşımıza çıkması muhtemeldir. Özellikle geçtiğimiz bir yılı aşkın süre, durdurulamadığı takdirde bunun kaçınılmazlığını gösteriyor. 1 Kasım seçimleriyle birlikte Türkiye siyasi tarihinde yeni bir dönem açıldı. Kürtlere, akademisyenlere, gazetecilere, devrimcilere yönelik saldırılarla devam eden süreç 15 Temmuz ile birlikte bir üst aşamaya geçti. Adım adım tek adam rejiminin kurulduğu bu süreçte, eşi görülmemiş bir medya tekeli kuran Erdoğan, muhalif kesimlerin sesinin çıkmasını önemli ölçüde engelledi. Erdoğan, kendisine destek vermeyenleri sindirmeye devam ediyor. Erdoğan tipi başkanlık sistemine halel gelmemesi için, aykırı tek bir sesin bile çıkmasına tahammül edemiyor. Yargısıyla, Meclisiyle, hükümetiyle bütün iktidar organları, tüm devlet aygıtları Erdoğan karşıtlarını sindirmek için hazır kıta bekliyor. Bu bağlamda camilere bağlı gençlik kolları mahallelerde solcuları, Kürt ve Alevileri hedef alacak ve toplumun en küçük mahalli birimlerine kadar baskı altına alınmasının zemini döşenecektir. Türkiye’deki toplam cami sayısının 86 bini geçtiğini göz önünde bulundurduğumuzda, başarıldığı takdirde camilere bağlı gençlik kollarının Erdoğan rejiminin en önemli araçlarından birisi olacağı bariz.
İmam-hatip liseleri ve proje okullar
AKP dindar ve kindar gençlik yetiştirilmesinde imam-hatip okullarına da özel bir önem veriyor. Ancak genel kanının aksine imam-hatip liselerinin sayısı sadece AKP iktidarı döneminde artmamıştır. 12 Eylül faşist darbesine giden süreçte, toplumda sosyalist düşüncelere ilginin arttığı, sınıf mücadelesinin yükseldiği yıllarda “komünizm ile mücadele” amacıyla bu okulların önü açılmıştır. Sadece 1975-1978 yılları arasında 230 İHL açılmıştır. Faşist darbeden sonra imam-hatip liselerinin üniversite engeli kaldırılmış, Özal döneminde ise hem okulların sayısı hem de okulların öğrenci kapasitesi arttırılmıştır. Böylece imam-hatip okullarının eğitimdeki yeri ve yetiştirdiği öğrenci sayısı giderek arttı. Ta ki İslamcı sermayeyi artık kendisine bir tehdit olarak gören statükocu kesimlerin gerçekleştirdiği 28 Şubat darbesine kadar. O dönemde 8 yıllık kesintisiz eğitim ve üniversite giriş sınavlarında katsayı uygulamasıyla birlikte imam-hatiplerin önü kesilecek ve bunun sonucunda imam-hatip okullarına olan ilgi azalacaktı. Fakat AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte durum tersine dönecekti. Kendisi de imam-hatip lisesi mezunu olan Erdoğan, bu liselere özel bir önem veriyor. AKP hem 8 yıllık kesintisiz eğitime son vererek hem de üniversite katsayı uygulamasını kaldırarak imam-hatip okullarının önündeki engelleri de kaldırdı. Nitekim bu girişimlerin sonucunda imam-hatip okullarının sayısı hızla arttı. 2002 yılında 450 olan imam-hatip lisesi sayısı, 2016 yılında 1149’a çıktı. Bu liselerde 2002 yılında 71 bin 100 öğrenci okuyordu, 2016 yılında ise imam-hatip liselerindeki öğrenci sayısı 555 bin 870 oldu. Ortaokulları da eklediğimizde imam-hatipli öğrenci sayısı 1 milyon 200 bine yaklaşıyor.
İktidar, siyasal İslam anlayışının geç kalınmadan tüm genç dimağlara zerk edilmesi için her yola başvuruyor. Son günlerde gerek velilerin gerekse öğrencilerin protesto eylemleriyle gündemde yer alan “proje okullar” da bu yollardan birisi. Milli Eğitim Bakanlığı, 2014 yılında başlattığı uygulamayla uluslararası proje yürüten okul ve kurumların içerisinden Bakanlık tarafından belirlenecek okullara öğretmen ve yönetici atamalarının doğrudan Bakanlık tarafından yapılacağını bildirdi. İlk başta bazı meslek liselerinin ve imam hatip liselerinin “proje okul” kapsamına alınacağı duyuruldu. Her ne hikmetse proje okullar listesi değiştirildi ve yeni listede Türkiye’nin en başarılı okullarının da bulunduğu bazı okullara da yer verildi. Bu okulların başarısında önemli payı olduğu söylenen öğretmenlerin ve yöneticilerin başka okullara gönderilmesi veya merkeze çekilmesi öğrenci ve velilerin tepkisine neden oldu. 2015-2016 eğitim yılı sonunda bazı okullarda mezuniyet törenlerinde bu uygulamalar protesto edildi. İzmir, Ankara ve İstanbul’un önde gelen liselerinin öğrencileri hükümetin uygulamalarına karşı bildiriler yayınladılar. Okulların kapanmasıyla birlikte gündemin arka sıralarına düşen “proje okullar” tartışması, yeni eğitim-öğretim sezonunun başlamasıyla birlikte tekrar alevlendi. 1 Eylül 2016’da yönetmelik değişikliği Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre 200’e yakın okulda 8 yıldan daha fazla öğretmenlik ve yöneticilik yapanlar başka okullarda ve kurumlarda görevlendirilmeye başlandı.
Bakan görev yerleri değişen öğretmenlerin oranının “sadece” %18 olduğunu ve bunun için kıyamet koparmaya gerek olmadığını söyleyerek gerçek niyetlerinin üstünü örtmeye çalışsa da mızrak çuvala sığmıyor. Öğretmen ve yöneticilerin reorganizasyonuyla her okulun “dindar ve kindar nesil” yetiştirmeye uygun bir hale getirilmesi hedefleniyor. Geçen yıl Kabataş Erkek Lisesi Müdür Yardımcılığına atanan Şakir Voyvot’un bir konuşmasında sarf ettiği sözler bunun en açık kanıtı: “Artık bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olma zamanı geldi. Bunu söyleyebiliyoruz değil mi? Hâlbuki bir zamanlar imam hatip okulu diye bir şey yoktu. Bir tane açtılar, insanlar korkudan gidip kayıt yaptıramıyordu. Şimdi elhamdülillah dağı taşı dolduracağız.” Nitekim hükümet birçok ortaokulu imam-hatip okuluna dönüştürüyor.
Okullardaki öğretmen revizyonu sadece “proje okul” uygulamasıyla yapılmıyor. OHAL yetkileriyle kuşanan hükümet, on binlerce öğretmeni Cemaat ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle görevinden uzaklaştırdı. Kürt, sosyalist veya AKP muhalifi on binlerce öğretmen de görevden uzaklaştırıldı. 1 Eylülde çıkarılan 672 sayılı KHK ile 28 bin 163 öğretmen “FETÖ ile ilişkisi olduğu” iddiasıyla kamu görevinden ihraç edildi, 8 Eylüldeyse 11 bin 285 öğretmen “PKK ile ilişkisi olduğu” iddiasıyla açığa alındı. Bunların 10 bine yakını Eğitim-Sen’li. Böylece Erdoğan rejimi ilkokuldan liseye kadar kendi ideolojisini benimseyen bir “ideal gençlik” hedefinin önünde engel olarak düşündüğü öğretmenleri tasfiye ediyor ve yerlerine “ideal gençlik” hedefinin neferleri olacak AKP’li öğretmenleri yerleştiriyor.
“Proje okullar”, çok sayıda okulun imam-hatip okuluna dönüştürülmesi, KHK’ler eliyle öğretmenlerin meslekten men edilmesi veya açığa alınması, akademisyenlerin baskı altına alınması, yine KHK’ler ile akademisyenlerin görevden alınmaları ve rektörlük seçimlerinin kaldırılması sıradan bir burjuva partinin kendi politik çıkarlarına göre ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimi yeniden dizayn etmesi olarak değerlendirilemez. Bunların hepsi faşist tırmanış sürecinin eğitim ayağını ören tuğlalardır. Faşist iktidarlar bir yandan emekçi kitleleri baskı aygıtlarıyla sindirirken, bir yandan da toplumun en dinamik kesimi olan gençleri ise kendi ideolojileriyle zehirleyerek avucunun içinde tutmaya çalışırlar. Faşizmin iktidara tırmanış sürecinde de, faşizmin iktidara ulaşmasında da gençliğin rolü büyüktür. Naziler de iktidara tırmanış sürecinde gençlik örgütlenmelerine büyük önem vermişler, iktidara geldiklerinde ise kısa sürede sayıları milyonları bulan gençlik örgütleri kurmuşlardı. 1926 yılında Fırtına Birliğine militan yetiştirmek üzere kurulan Hitlerjugend (Hitler Gençliği) Hitler’in iktidara gelmesinin ardından Hitler’e ve Nasyonal Sosyalizme bağlı “ideal gençlik” yaratmanın aracı haline geldi. Hitler’in iktidara geldiği 1933’te 50 bin genç Hitlerjugend üyesiyken, yıl sonunda bu rakam 2 milyona ulaştı. 1939’a gelindiğindeyse artık Hitlerjugend üyesi olmak zorunluydu.
Hitler 1938’de şöyle diyordu. “Erkek ve kız bu çocuklar örgütlerimize on yaşında giriyor ve çoğunlukla ilk defa temiz bir hava soluyorlar; Genç Vatandaş’ta dört yıl geçirdikten sonra Hitler Gençliği’ne devam ederek orada da bir dört yıl geçiriyorlar. . . Hâlâ tam bir Nasyonal Sosyalist olamadılarsa Çalışma Hizmeti’ne gidiyor ve altı, yedi ay orada eksiklerini tamamlıyorlar. . . Kafalarında hâlâ sınıf bilinci ya da sosyal statü kalmışsa... Wehrmacht (Alman Silahlı Kuvvetleri) bunu halledecektir”.
Erdoğan rejimi de dört bir koldan sınıf bilincinden kopuk ideal gençliğini yetiştirmek için çabalıyor. İmam-hatip okulları, camilere bağlı gençlik kolları, 15 Temmuz sonrası yapmaya başladıkları “Gençlik Gelişim Kampları”, “başkomutan” Erdoğan’ın vereceği emirleri yerine getirmeye hazır “ideal gençlik” yetiştirme gayreti içerisinde. Ancak Hitler ve Mussolini’nin gençlik projeleri bile nihai hedeflerine varamadı. Paramiliter çetelerden resmi kurumlara faşizmin tüm aygıtlarının çabası dahi sınıfsal çelişkileri ortadan kaldırmaya muktedir değildir. Meselâ, Hitler’in muazzam baskı aygıtlarına rağmen faşizme direnen, ona karşı mücadele veren gençler de olmuştur. Ve sonunda yenilen faşizm oldu. Bugün de, Erdoğan genç kitleleri de arkasına takarak hedefine doğru ilerliyor olsa da, süreç çelişkilerle yüklüdür ve henüz sona ermemiştir.
Enternasyonalist Komünist
[1] Necip Fazıl Gençliğe Hitabesinde “dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik…” özlemini ifade eder. Başta Erdoğan olmak üzere AKP yöneticileri de aynı özlemi duyduklarını çeşitli vesilelerle dile getirdiler bugüne kadar.
[2] Diyanet İşleri Türk İslam Birliği Almanya’da “dini, sosyal, kültürel ve sportif faaliyetleri” gerçekleştirmek amacıyla 1984 yılında kurulan ve bugün 896 bağlı derneğe ulaşan, Almanya’daki Müslümanların %70’ine ulaştığı söylenen, bir anlamda DİB’in Almanya ayağı olan bir kuruluştur. Bu kuruluşa bağlı olan her caminin kendi gençlik yapılanması var ve bunlar Müslüman Gençlik Birliğini oluşturuyorlar.
[3] Kerem Dağlı, Ülkücü-Faşist Hareketin Tarihi, Aralık 2006, marksist.com
link: Enternasyonalist Komünist, Faşizm Yolunda İktidarın Gençlik Projeleri, 12 Kasım 2016, https://enternasyonalizm.org/node/173
Devleti Fethetme Yöntemi Olarak “Kadrolaşma”
İktidarın Korkusu, Korkunun İktidarı