İşçi sınıfının devrimci mücadele tarihi doğrusal bir hat üzerinde ilerlemiyor. Bu tarih, yenilgi dönemlerinin peşi sıra gelen gericilik yıllarının da, toparlanan işçi hareketinin doludizgin ilerlediği yükselme yıllarının da deneyimleri ile dolu. Elbette mücadele tarihinin her bir deneyimi bugünün devrimcileri için hazine değerinde.
Sabırla, inançla ve kavgayla var edilen bu hazinenin en müstesna olanlarının pek çoğunda Bolşeviklerin imzası vardır. Bunu sağlayan ise Bolşeviklerin örgütlenme anlayışları ve bu anlayışın hayata geçirilmesinde gösterdikleri dirayettir. Devrimci mücadeleyi başarıya ulaştıracak en önemli etkenin, kesintisiz yürüyen örgütlü bir çalışma olduğunu iyi kavramış Bolşevik devrimciler, ağır baskı dönemlerindeki en elverişsiz koşullara dahi uyarlanabilmeyi becerebilmiş, bu sayede de devrimci çalışmayı ayakta tutmayı her durumda başarabilmişlerdir. Lenin’in bu bağlamda ortaya koyduğu yaklaşım önemlidir: “Parti örgütümüzün eyleminin başlıca içeriği, bu eylemin yoğunlaşma noktası, en güçlü patlama döneminde olduğu gibi en durgun dönemde de mümkün ve mutlaka gerekli çalışma olmalıdır, yani Rusya’nın bir ucundan bir ucuna birbiriyle bağlantılı, yaşamın bütün yönlerini aydınlatan, ve yığınların olabildiğince geniş katları arasında yürütülen siyasal ajitasyon çalışması.” Bu yaklaşım Bolşeviklerce gericilik dönemlerinde de hayata geçirilebildiği için, Bolşevikler tarihin ilk muzaffer işçi devriminin önderliğini yapma onuruna haklı bir biçimde sahip olmuşlardır.
Bolşeviklerin gericilik yıllarında kesintisiz bir biçimde sürdürdükleri mücadelenin, bugünün devrimcileri için de yol gösterici örneklerinin en değerli olanlarından bazıları 1905 devriminin ardından gelen yenilgi döneminde ortaya konmuştur. “Rusya’da 1905 devrimini takip eden gericilik yılları, aradan onca uzun zaman geçmiş olsa bile, günümüz için son derece eğitici derslerle doludur. Bu yıllar Lenin ve Bolşevikler için sınıfın devrimci partisini inşa ve sınıfın illegal örgütlenmesini güçlendirme çabası bakımından yoğun bir mücadele dönemidir.”[1]
Bolşevikler, 1905 yılı ve sonrasında, devrimin ilerleyişinin her aşamasında işçi sınıfı hareketini taşıyabilecekleri kadar ileriye çekebilmek için mücadele etmişlerdi. Ne var ki, işçi hareketi iki yıl süren büyük mücadelesinde yenilgiler aldı ve devrim süreci 1907 yılında sona erdi. İşçi sınıfının yenilgisi ve haliyle ardından yükselen baskılara karşı bir direniş hattının oluşturulamaması devrimciler üzerinde moral bozucu etkilere yol açmıştı. Bu durum da devrimci örgütleri tasfiyeye doğru sürükleyen bir dalga başlatmıştı. Dönemin bu karakterinin devrimci örgütler içinde yarattığı erozyona karşı Lenin liderliğinde hareket eden Bolşevikler ise partinin ve onun yasadışı örgütlerinin varlığını sürdürebilmesi için yoğun bir mücadeleye girişmişlerdi. Bu mücadelenin ne kadar kritik bir önem taşıdığı sonraki yıllarda daha iyi anlaşılacaktı.
1905 devrimi yenilgiye doğru giderken
1905 devriminin yenilgiye uğramasına yol açan gelişmeler o yılın sonlarında gerçekleşmeye başladı. 8 Aralıkta Petersburg sovyetinin yönetim kurulunun tutuklanmasının ardından 10 Aralıkta Moskova’da 150 bin işçinin katılımıyla başlayan büyük grev silahlı ayaklanmaya dönüştü. Çarlık güçleri dokuz gün süren bu ayaklanmanın üzerine büyük askeri güçlerle gitti. Yeterli silahlara sahip olmadığı gibi, ayaklanan askeri birliklerle de birleşemeyen Moskova proletaryası, Çarlık ordusuyla çeşitli semtlerde birbirinden yalıtık biçimde çarpışmak zorunda kaldı. Rostov, Nijni Novgorod, Sibirya’nın Krasnoyarsk ve Çita kentleri gibi kimi yerlerde yerel sovyetlerin kontrolü ele geçirmesi düzeyinde başarılar elde edilmesine rağmen ayaklanma tüm Rusya’ya yayılamadı. Çarlık bu ayaklanmaları da görülmemiş bir kıyıcılıkla bastırdı. Çarlık rejimi tüm gücüyle saldırıyor ve işçi kitlelerin hareketini acımasızca eziyordu. Saldırılar sadece çıplak baskı ve şiddetten ibaret de değildi. Çıkarılan çeşitli yasalarla da işçi sınıfı ve emekçiler cendere altına alınıyordu.
Ancak 1905 devrimi o kadar kuvvetli bir nesnel zemin üzerinde yükselmişti ki, Çarlık rejiminin gelişmeleri kontrol altına alması kolay olmadı. Devrim, ayaklanmaların bozguna uğramasından sonra geri çekilme dönemine girmesine rağmen, devrimci atmosferin yarattığı canlılığın işçi kitleleri üzerindeki kalıcı etkileri sebebiyle, devrimci mücadele 1907 yılının ortalarına kadar sürdü. İşçi sınıfı yenilmesine rağmen çok şey öğrenmişti 1905 devriminden. Yenilgiye rağmen yaşananlar devrimci süreci bir bütün olarak ileriye taşımıştı. Kitlelerin ayaklanma ile öğrendiklerinin izlerinin bütünüyle silinmesi ise hiçbir egemen sınıfa nasip olmamıştı, Çarlık rejimine de olmayacaktı.
1905 devrimi Rusya ve Avrupa’daki devrimci örgütlerin üzerinde de derin etkiler bırakarak geriye çekilmişti. Bütün yaşananları deneyime dönüştürerek ileride yaşanacak mücadelelere taşıma marifetini Bolşevikler gösterdi. İşçi sınıfının devrime önderlik edebilecek potansiyele sahip olduğunu göstermesi, sovyetlerin iktidar organı olarak ortaya çıkması, sağlam bir örgütün devrimci ayaklanmada kitlelere önderlik etmesinin hayati zorunluluğu devrimin öğrettiği derslerin başlarında geliyordu.
1905 devrimi çok önemli bir başka sonuca da yol açmış, her şeye rağmen Rusya devrimcilerinin kitleselleşmesini sağlamıştı. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin (RSDİP) 1902 yılında toplanan ikinci kongresine sunulan raporlara göre, Rusya içinde RSDİP üyelerinin sayısı Bund dışarda bırakıldığında 2 binden çok değildi. 1907’ye gelindiğinde ise, sadece Bolşeviklerin üye sayısı 150 bine ulaşırken, aynı zamanda Bolşeviklerin gerçekten de partinin çoğunluğunu oluşturdukları açığa çıkmıştı.
Ancak bu tablo gericilik döneminin niteliğini kanıtlarcasına 1907’den sonra kökten değişti. Meselâ, Moskova bölgesinde Bolşevik örgüt 1905 Mayısında 5320 üyeden oluşuyorken bu sayı 1908 ortasında 250’ye, altı ay sonra ise 150’ye düştü. 1910’da ise Moskova örgütü sadece bir avuç kişiden ibaret kalmıştı. İşçi hareketinin görünümü de bu tabloyu tamamlıyordu. 1905’te 2 milyon 863 bin olan grevdeki işçi sayısı, 1908’de 176 bine, 1909’da ise 64 bine düşmüştü. 1905’te siyasal grevlerde kaybedilen işgünü 7,5 milyon iken, bu sayı 1908’de yalnızca 89 bindi.
Başbakan Stolipin’in adıyla anılan gericilik dönemi, 1905 devriminin korkusuyla hareket eden Çarlık rejiminin devrimcilere karşı uygulamaya giriştiği vahşi saldırılarla geçti. Parti örgütleri dağıtıldığı gibi, giderek artan polis baskısı karşısında sosyal demokrat önderler, artık Rusya dışında faaliyet göstermek zorunda kaldılar. Yurtdışına çıkanlar sadece önderler değildi elbette. Binlerce insan siyasal nedenlerle, Çarlık rejiminin canavarca baskısından kurtulabilmek için, Rusya’dan hiçbir yardım görmeyecek biçimde, beş parasız göçmenler olarak kendilerini zorlukla ülke dışına atmışlardı.
Lenin’den Anılar kitabında Krupskaya, devrimci partilerin yasaklandığı, Sosyal-Demokrat milletvekillerinin Sibirya’ya sürgüne gönderildiği, devrimci gazetelerin ve derneklerin kapatıldığı bu dönemde devrimcilere karşı uygulanan vahşeti resmederken şu sözleri sarf ediyordu: “Cezaevleri ağzına kadar doluydu. Hükümlülere karşı hayvanca davranılıyor ve ölüm cezaları birbirini izliyordu. Yasadışı örgütler yerin derinliklerine kadar sürülmüştü ve takiplerden kaçmak bile güç oluyordu.” 1907-1910 arasındaki “Stolipin diktatörlüğü” boyunca 5 bin idam cezası verilmiş, bunların en az 3500’ü uygulanmıştı.
Devrimin yükselişi sırasında çok önemli tarihsel deneyimler yaşayan işçi sınıfı devrimcileri için yeni bir süreç, dolayısıyla yeni bir sınav başlıyordu: gericilik koşullarında örgütlü olarak ayakta durabilmeyi başarabilmek ve yeniden gelecek devrim dalgasına önderlik edebilmeye hazır olmak.
Rusya’da gericiliğin şahlandığı yıllarda (1908-1911) yaşanan iç mücadeleler
1905 devriminin yenilgisinin yarattığı hayal kırıklığı RSDİP’i de derinden sarsmıştı. Bir yandan Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki ayrımlar keskinleşirken, diğer yandan da bu fraksiyonların kendi içlerinde de ciddi görüş ayrılıkları belirginleşiyordu. 1905 yılının devrim günlerinde tabanın etkisi ile Bolşevik ve Menşevik fraksiyonlar birlikte hareket etmeye yönelmişler, 1906 yılında yapılan RSDİP kongresinde bu örgütsel birleşme tescillenmişti. Ne var ki, gericilik döneminin siyasal koşulları işçi sınıfının bu farklı siyasi yönelimlerinin arasındaki ayrımları keskinleştiriyor ve netleştiriyordu.
Menşevikler, devrimin yenilgi süreci başladıktan sonra, köylülüğü burjuvazinin etkisinden kurtarmaya dönük taktikler izleyen Bolşeviklerin aksine, daha önceki siyasi tutumlarının devamı olarak değerlendirilebilecek biçimde liberal burjuvazinin partisi Kadetlerle tam bir ittifak halinde olmayı savunmaya yönelmişlerdi. 1905 devrimi sonrasındaki yıllarda daha da belirginleşmeye başlayan bu politik farklılık, 1917 devrimi sırasında son noktasına ulaşacak ve Bolşeviklerle Menşevikleri karşı saflarda mücadeleye tutuşturacaktı. Ancak gericilik yıllarında hayatiyet kazanan asıl mücadele konusu örgütsel ve ideolojik alanlardaki farklılıklar üzerine gerçekleşti.
Çarlığın azgın saldırısı büyük tahribatlara yol açıyor, parti örgütleri dağılıp işlevsiz kalıyordu. Normal olarak bu durumun ideolojik ve siyasi sonuçlarının ortaya çıkması da gecikmedi. Korkunç bir baskı altına giren devrimcilerin bir kısmında ve onların örgütleri içinde kaçınılmaz olarak olumsuz eğilimler belirmeye, bunlar zamanla da güç kazanmaya başladılar. Özellikle devrimin rüzgârıyla, yakın bir burjuva-demokratik devrim zaferi umuduyla parti saflarına katılan aydınlar arasında manevi çöküş, inançsızlık ve bunlara bağlı olarak yozlaşma artmıştı. Bunların bir kısmı açıkça devrim karşıtı saflara geçerken, bir kısmı da işçi sınıfının çeşitli örgütlerine hayal kırıklıklarının şekillendirdiği bozguncu düşüncelerini taşıdılar.
Yaşanan tahribatın birbiri ile derinden bağlantılı iki önemli ayağı vardı. Birincisi siyasal alanda ortaya konan tutumlarla açığa çıkan örgütsel tasfiyecilik, diğeri ise felsefe alanında Marksizmi eleştirme, revize etme girişimlerinde kendini gösteren ideolojik tasfiyecilik.
Örgütsel tasfiyeciliğin sağ ve sol olarak değerlendirilebilecek iki görünümü söz konusuydu. Menşevikler arasında başta Potresov olmak üzere pek çok kimse, partinin bütün illegal aygıtının tasfiyesini savunmaya başlamıştı. Bu görüşü savunanların siyasi literatürdeki adı o zaman kondu: Likidatörler (tasfiyeciler). Likidatörler, başarısızlıklara ve tutuklamalara yol açtıklarını düşündükleri illegal örgütlenmenin dağıtılması gerektiğini söylüyorlar, işçi sendikalarında ve derneklerde, parti programından, taktiklerinden ve örgütünden vazgeçmek pahasına bile olsa, tamamen yasalar çerçevesinde bir “mücadele” yürütülmesini öneriyorlardı. Menşeviklerin en önde gelen liderlerinden Martov da illegal örgütün yalnızca bir iskelet olması, legal örgütün tüm örgütsel faaliyetin merkezi olarak kalması gerektiğini savunarak özünde tasfiyeci, görünüşte orta yolcu oportünist bir çizgi izliyordu.
Bolşevikler arasında ise Bogdanov’un başını çektiği Krasin, Lunaçarski, Gorki, Bazarov ve Pokrovski’in aralarında yer aldığı bir grup öteki uca savrulmuştu. Duma başta olmak üzere derneklerde, yasal sendikalarda, işçilerin sosyal sigorta kurumlarında, okullarda vs. çalışmalar yapılmasına karşıydılar. Duma’nın çok gerici olduğunu, bu nedenle Sosyal-Demokrat üyelerin geri çağrılması gerektiğini söylüyorlardı. “Geri Çağırıcılar” anlamına gelen Otzovistler adı verilen bu grup legal olanaklardan yararlanmayı bütünüyle reddederek partinin gizli bir örgütün kabuğu içine çekilmesini savunuyordu. Bir de Duma’daki Sosyal-Demokrat milletvekillerinin ültimatom vererek, kendilerini Duma’dan attıracak konuşmalar yaparak Duma’yı sabote etmesini isteyen, siyaseten Otzovistlerle aynı şeyleri savunan, temelde onlardan bir farkı olmayan “Ültimatomcular” grubu oluşmuştu. Duma’daki Bolşevik grup başkanı Aleksinski ve Marat bu grubun başını çekiyorlardı.
Menşeviklerde sağ, Bolşeviklerde sol görünümlerle açığa çıkan Likidatörler gericilik dönemi boyunca epeyce etkili oldular. Ağır baskı koşullarının sürdüğü Rusya’da, bu eğilimlerin güçlenmesini sağlayan bir nesnellik söz konusuydu. Ancak bu akıntıya karşı mücadele etmek de işçi sınıfının bağımsız devrimci mücadelesini ayakta tutabilmek için hayati önemdeydi. Likidatörlerin Rusya’da güçlü bir merkezleri, yurtdışında da geniş olanakları vardı. Bolşevikler ise yeraltı çalışmasının güç koşulları içinde çırpınıp duruyorlardı. Ancak onların da diğerlerinde olmayan daha güçlü silahları vardı: devrimci iradeleri, bilinçleri ve kararlı önderleri.
İşçi sınıfını öncü partisinden, partiyi ise işçi sınıfından ayırmaya çalışan bu anlayışlara karşı mücadelenin en önünde Lenin yürüdü. Lenin gericilik döneminin görevlerini “İllegal parti örgütünü güçlendirmek, bütün çalışma alanlarında parti hücreleri yaratmak, hepsinden önce, her sanayi işletmesinde, sayıları az da olsa, bütünüyle parti üyesi işçilerden oluşan komiteler kurmak, önderlik işlevlerini Sosyal-Demokrat hareketin işçilerin kendi arasından çıkan liderlerinin elinde toplamak”[2] olarak sıralıyordu.
Komitelerin görevleri “yarı-legal ve mümkün olduğu nispette de legal örgütlerden yararlanmak, kitlelerle yakın ilişki sağlamak ve çalışmayı Sosyal-Demokrasinin, kitlelerin bütün gereklerini karşılayacağı bir şekilde yönetmek olmalıdır” diyordu Lenin. “Her parti hücresi ve işçi komitesi, kitleler içinde ajitasyon, propaganda ve fiili örgütlenme çalışması için bir temel olmalıdır. Yani kitleler nereye gidiyorsa oraya gitmeli ve her adımda kitlelerin bilincini sosyalizm doğrultusuna itmeye, her özel sorunu proletaryanın genel görevi ile bağlamaya, her örgüt hareketini bir sınıf birliği hareketine dönüştürmeye, etkinlik gücü ve ideolojik etkiyle (elbette ki, rütbe ve mevkileriyle değil) bütün legal proleter örgütlerinde önderlik rolünü kazanmaya çalışmalıdır.”[3]
Lenin, sınıf devrimcilerinin örgütsüz kalarak legal örgütler içerisinde erimesini de, partinin proletarya ordusu ile temasının kesilmesini de kabul etmiyordu. Legal fırsatların illegal faaliyetin amaçları doğrultusunda değerlendirilmesini, buna uygun olarak da legal ve illegal çalışmanın yöntemli ve akılcı bir biçimde birleştirilmesini sağlamadan savaşımın sürdürülemeyeceğini söylüyordu. Lenin, RSDİP’in, kendini çalışmanın yeni koşullarına uydurarak işçi sınıfının devrimci partisini korumak sorumluluğunu taşıdığını belirterek tasfiyeci eğilimlerin partiden tasfiyesi için amansız bir mücadeleye girişti. Örgütlerin kan kaybettiği, küçüldüğü, yaşananlardan ürken iyi niyetli kadroların bile “örgütsel birlik” adına tasfiyecilerin partiden uzaklaştırılmasına karşı çıktıkları koşullarda bu mücadele tahmin edilebileceği gibi hiç de kolay olmadı. Geçmiş dönemde birlikte mücadele edilmiş ama yeni dönemin koşullarına uyarlanamamış yoldaşların partiden gönderilmesi muazzam bir siyasi iradeyi gerektiriyordu çünkü. Neyse ki bu irade Bolşeviklerin önderliğinde mevcuttu. Tasfiyeci eğilimlerin Rusya’da sürekli duvara toslamaları, Lenin’in ısrarcı mücadelesi ile birleşince bu gruplar partiden tasfiye edilebildiler ve örgüt yeni koşullara uyarlanarak yeniden canlanabilme olanağı buldu.
Örgütsel tasfiyeciliğe kopmaz biçimde bağlı olan ideolojik tasfiyecilik eğilimi de gericilik döneminin önemli bir mücadele alanı oldu. Bu yıllar Rus devrimcileri arasında ideolojik ve politik konularda fikri karmaşanın en fazla görüldüğü dönemlerdendi. Yenilgi psikolojisi ile savrulanlar, Marksizmin en belirgin temellerini sorgulamaya yöneliyorlardı. Bunların başında da yine Bolşeviklerin içinde yıllarca mücadele ettikten sonra Otzovist sapmaya yönelmiş olan Bogdanov geliyordu. Bazarov, Bermann, Lunaçarski, Çernov gibi farklı politik tutumlar sergileyen Sosyal-Demokratlar da bu dalgaya kapılmışlardı.
Bogdanov kendince Marx ile Kant’ın düşüncelerini bağdaştırmaya çabalıyordu. Bu yönelime girenler, açıkça karşı çıkarak değil, ikiyüzlüce kendilerine Marksist demeyi sürdürerek, görünüşte Marksizmi savunma kılıfıyla, Marksizmin temel düşüncelerini tahrip etmeye girişmişti. Bir kısmı “Tanrıyı Arayanlar” adıyla, tanrıya inanışı sosyalizm ile birleştirerek yeni bir din oluşturmaya girişmişlerdi. Bermann, Engels diyalektiğinin bir “mistizm” olduğunu söylüyor, Bazarov, Engels’in görüşlerinin “eskimiş” olduğunu iddia ediyordu. Lenin tasfiyeci siyasi görüşlerin tasfiyeci felsefesiyle birlikte var olduğunu gördüğü için bu alanı boş bırakma gafletine düşmedi. Bu akıma karşı mücadele görevini de üzerine aldı.
Engels, Anti-Dühring’de, diyalektik materyalizmin temel yasalarını doğa, toplum ve düşünceyi yöneten bilimsel yasalar olarak ortaya koymuştu. Marksizmin toplum bilimi diyebileceğimiz tarihsel materyalizm de diyalektik materyalizmin yasalarını toplum yaşamının incelenmesinde kullanır. Lenin, somut gerçekliğin doğru kavranabilmesinin, ancak tarihsel materyalizmin genel bilgisi içinde ve somut durumun onunla diyalektik bağı kurularak sağlanabileceğini düşünüyordu. Bu yüzden işçi sınıfının devrimci mücadelesi için vazgeçilmez olan “somut durumun somut tahlili”nin temeli olan diyalektik materyalizme ve tarihsel materyalizme yönelik saldırıları, doğrudan devrimci işçi hareketine yapılmış saldırılar olarak değerlendiriyordu.
Marksizmin temel direklerinden olan diyalektik materyalizme saldırı yeni bir durum değildi. Ancak, Marksizm düşmanı filozofların daha önce binlerce kez “çürüttükleri” bu felsefeyi yeniden “çürütme” işini bu defa örgütlü Sosyal-Demokratlar üzerlerine alıyorlar ve içerden saldırıyorlardı. İşçi hareketi için bu eğilim büyük tehlikeleri bünyesinde barındırıyordu. Lenin bu yüzden bu sorunu çok önemsedi. 1909’da yayınlanan Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm adlı kitabıyla da, diyalektik materyalizme olan saldırılara karşı tüm zamanlarda rehber olacak bir teorik hazineyi devrimci Marksizme kazandırdı. Parti içerisinde bu gerici görüşlerin bir zemin bulmaması için de yoğun çaba gösterdi.
Lenin, yazdığı yazılarla, parti organlarında yaptığı sert tartışmalarla, yurtdışı parti okulunda Rusya’dan gelen öncü işçilere ve devrimci gençlere verdiği eğitimlerle partiyi dağıtmak için faaliyet gösteren siyasi, örgütsel ve felsefi eğilimleri boşa düşürdü. Likidatörleri ve tasfiyeci felsefelerini partiden uzaklaştırarak partiyi sağlamlaştırdı ve yeni mücadelelere hazır hale getirdi. Carr’ın haklı bir biçimde ifade ettiği gibi: “Bütün bu gericilik yılları boyunca Bolşevikler tutarlı ve örgütlü bir grup olarak ayakta kalabildilerse bunu tamamen bir tek insanın azmine ve özgüvenine borçluydular.”[4]
Lenin’in ve onun önderliğinde mücadele eden Bolşeviklerin bu deneyimleri elbette sadece o dönemle sınırlı dersler ortaya çıkarmamıştır. Çünkü gericilik yıllarının temel sorunları, devrimcilerin önüne benzer biçimlerde tekrar tekrar gelmiştir, gelmeye devam etmektedir. Bağımsız, burjuvazinin sınırlarına tâbi olmayan örgütlü çalışmanın küçümsenmesi ve tasfiye edilmeye çalışılması, Marksizmin tarihsel olaylarla sınanmış temel görüşlerinin bir kenara bırakılmasını isteyen revizyon meraklılarının ideolojik tahrifat girişimleri hiçbir zaman eksik olmamıştır. Bu durum, karşı-devrim süreçlerinde misliyle yaşanmıştır. Nitekim Türkiye’de 12 Eylül faşizmi de benzer bir sonuç yaratmıştır ve bunun gerek örgütsel gerekse ideolojik etkileri bugüne dek uzanmıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde de, bu tasfiyecilerin açık veya örtülü biçimlerde gayretleri sürmektedir. Bu nedenle Lenin’in ve Bolşeviklerin gericilik yıllarında yürüttükleri devrimci mücadelenin derslerinin yol göstericiliği halen geçerliliğini korumaktadır.
Enternasyonalist Komünist
[1] Gericilik dönemlerinde devrimci önderlerin mücadeleleri ve bu dönemlerde devrimci bilincin önemi ile ilgili olarak bakınız: Elif Çağlı, “Gericilik Dönemlerinde Devrimci Bilincin Önemi” ve “Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar”, marksist.com.
[2] Lenin, Partileşme Süreci, Yar Yay., 2. bsk, s.193
[3] age
[4] E.H. Carr, Bolşevik Devrimi, Metis Yay., c.1, s.57
link: Enternasyonalist Komünist, Gericilik Yıllarında Lenin’in Mücadelesi, 2 Ekim 2017, https://enternasyonalizm.org/node/187
Yeni KHK’lar: Erdoğan’ın Acelesi Var!
Boş Hayallerden Kurtulmadan Faşizmle Mücadele Edilemez