BASINDAN

Erdoğan eliyle tasfiye

Lafı tehir etmeden yapıştıralım; Türkiye ile Rusya arasındaki İdlib mutabakatı, Suriye’ye müdahale komplosundaki kalan bakiyenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eliyle tasfiye planıdır. Bu esasen 2017’den beri Astana süreciyle birlikte yol alan planın devamıdır. Restleşmelerle inişler çıkışlar yaşansa da Rus stratejisinin varacağı hedefe uygun bir istikamettir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin, bölgesel lider olma rüyasının ara katmanlarında asılı kalan Erdoğan’ın İdlib’i zapt eden silahlı gruplar üzerinde nüfuz kullanma hevesini satın aldı ve bunu, muhalif cepheyi çözme stratejinin temel unsurlarından biri haline getirdi. Pek zekice!

Erdoğan temmuzdan beri Rusya ile pazarlığını yaptığı Türk çözümünü dün Soçi’de 5 saat süren bir pazarlık masasında bir mutabakata dönüştürdü. Böylece kendi namına ‘sivilleri koruyan ve direnen adam’ görüntüsünü korudu. İçeride ve dışarıda kemanın sesi çıkmaya başlayıncaya dek ‘itibar’ çarşısında pazarlanacak bir paye!

Fakat elde edilen bu itibarın son kullanım tarihi çok uzak değil. Mutabakatın sahaya nasıl yansıyacağı ve üreteceği sonuç önemli. Astana kapsamında ilan edilmiş diğer üç gerilimi düşürme bölgesinde neticenin ne olduğunu dikkate aldığımızda Putin’in Erdoğan’ı götürmeye çalıştığı yer bellidir.

Erdoğan’ın kafasındaki şey Doğu Halep, Doğu Guta ve Dera-Kuneytra’da muhaliflerin çatışmasızlık rejimine geçerken bulundukları yerde kalmaları ve müzakere sürecinde etkilerini korumalarıydı. Ama sonu tam tasfiye oldu. Putin’in kafasındaki İdlib planı aynı sonu öngörüyor.

Haliyle muhtemel sonucu dikkate alarak, Batı-Körfez koalisyonunun Türkiye üzerinden yürüttüğü vekâlet savaşında çöküş ihalesinin Türkiye’ye kaldığını, fişi çekme görevinin de bizzat Erdoğan tarafından üstlenildiği söylemek mümkün.

***

Birkaç kez Gazete Duvar’daki yazılarımda, Türkiye’nin silahlı gruplar namına Rusya’ya taahhütte bulunması ve sahayı bizzat dizayn etme yükümlülüğünü üstlenmesini ‘imkânsız görev’ olarak nitelemiştim. Buradaki risk, muhatap olduğu örgütlerin yapısından kaynaklanıyor.

Dünkü mutabakatta da bu görevin temel unsurları şekillenmiş oldu. İdlib zaten Astana Mutabakatı çerçevesinde ‘gerilimi azaltma bölgesi’ ilan edilmişti. Yeni kurgunun adı ‘Gerginliğin Azaltılması Bölgesinde Durumun İstikrarlaştırılması’.

Putin ve Erdoğan’ın açıklamalarından çıkan sonuca bakılırsa plan kabaca şöyle:

– 15 Ekim’e kadar silahlı gruplar ile hükümet güçlerinin kontrol ettiği alanların arasında silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulacak.
– 10 Ekim itibariyle 15-20 km derinliğindeki bu alanda bulunan tank, roket ve havan topu gibi ağır silahlar çekilmiş olacak.
– Muhalifler bulundukları yerlerde kalacak. Ancak Nusra Cephesi (Heyet Tahrir el Şam-HTŞ) dahil bütün radikal gruplar bu alandan tasfiye edilecek.
– Silahsızlandırılmış bölge sınırlarının iki tarafında Rus askeri polisi ile Türk askerleri devriye gezecek.
– TSK’nin İdlib’i çeviren 12 gözlem noktası tahkim edilecek.
– Yeni yıla kadar Halep-Hama ve Halep-Lazkiye yolu açılacak.
– Rusya, İdlib çatışmasızlık bölgesine saldırılmayacağını temin için gereken tedbirleri alacak.

***

Mutabakat, bölgeyi tamamen Suriye ordusunun kontrolüne alacak nihai operasyonu bir süreliğine geciktiren ara bir formül gibi duruyor. Putin, İdlib üzerinden koparılacak fırtınaları önlemek, kimyasal silah tezgahına bel bağlayan ABD-Britanya-Fransa üçlüsüne Suriye’ye saldırma bahanesi vermemek, ortaya çıkacak insani riskleri minimize etmek ve daha geniş uluslararası konseptte Türkiye’yi yanında tutabilmek için Türk formülüne şans tanıyor. Eğer Erdoğan taahhütlerini yerine getirebilirse Rusya açısından İdlib kördüğümü daha az barut ve daha az patırtıyla çözülmüş olacak. Eğer Erdoğan tökezlerse, “Türkiye’ye bir şans verdik, olmadı” deyip en son Dera ve Kuneytra’da yaptığını burada da tekrarlayacak. Yani bir taraftan operasyonun şiddetini artırıp diğer taraftan teslimiyet mekanizmasını devreye sokacak. Hmeymim’deki Rus Uzlaştırma Heyeti sahada epey tecrübe edindi.

Putin’in ilk görevi bu planı Şam’a kabul ettirmek olacak. Ki Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu dünkü toplantı sonrası bu konuda, “Önümüzdeki saatlerde onlarla, bu anlaşmada belirtilen tüm pozisyonlarla ilgili mutabakat sağlayacağız” dedi. Ama Esad yönetiminin neyi ne kadar kabul edeceği belirsiz.

Planlanan büyük operasyonun rötar yediği kesin fakat Şam’ın kısa vadede, en azından yeni yıla kadar başarmayı şiddetle arzuladığı bir hedef var: Halep’ten Şam’a inen uluslararası otoyol (M5) ile Halep-Lazkiye otoyolunu tamamen ulaşıma açmak. Bu iki yol silahlı grupların elindeki en önemli koz. Bundan kolayca vazgeçmeyeceklerdir. 15-20 kilometrelik silahlardan arındırılmış bölgenin derinliği, Serakıb, Maaret el Numan ve Han Şeyhun’dan geçen Halep-Hama otoyolunu güvenceye almıyor. Halep-Lazkiye arasındaki güzergahta da Eriha ve Cisr el Şuğur var. Bu iki yer de silahlardan arındırılmış bölgeye girmiyor. Cisr el Şuğur terör örgütleri listesindeki Türkistan İslami Hareketi’nin elinde.

Şimdi en kritik soru: Erdoğan bu planı kendilerini hükümet güçleriyle sonuna kadar savaşmaya adamış gruplara kabul ettirebilecek mi? İdlib’in yüzde 60-70’ini kontrol eden ve kesinlikle silah bırakmaya niyeti olmayan HTŞ, 15-20 km içeri nasıl çekilecek? Ki sorun 15 kilometreden ibaret de değil. Esasen terör örgütü listesindeki HTŞ, Türkiye sınırlarına tamamen yaslanmış durumda. Yani sorunun odağındaki asıl örgütün kuzeydeki varlığı daha stratejik, üstelik Türkiye açısından da son derece tehlike arz ediyor. Eğer HTŞ direnirse bunun etkileri bütün İdlib’e yansıyabilir. Eğer HTŞ liderliği Türkiye ile işbirliğine karar verirse örgüt içinde bölünmeler yaşanabilir. Bu durumda muhtemelen ayrılanlar diğer El Kaide unsurlarına katılacaktır.

Bunun dışında Türkiye ile işbirliğini ‘küfür’ sayan daha keskin örgütler de var. Onlar da bu süreçte El Kaide’nin küresel liderlerinden Türkiye’ye karşı fetva bekliyor. Silah bırakmayı peşinen reddeden bu grupları Türkiye nasıl elimine edecek? Bunu yapmaya kalktığı takdirde büyük bir belayı kendi sınırlarına da taşımış olacak.

Ve mutabakatta yanıtsız bırakılan kritik bir ayrıntı daha var: Tasfiye edilecek radikal örgütleri kim belirleyecek? Rusya ve Türkiye bu konuda mutabık değil. Erdoğan dün de asıl tehlikeli olan örgütlerin İdlib’dekilerden çok (İngilizce okunuşlarıyla telaffuz ettiği) Fırat’ın doğusundaki PYD ve YPG olduğunu tekrarladı. Rusya ve Suriye’ye göre ise silah bırakmayan bütün örgütler terör örgütü.

Ayrıca büyük operasyon ertelense de Rusya ve Suriye bu süreçte Lazkiye ve Hama taraflarındaki üslere yönelik saldırılara yanıt vermeye devam edecek. Hmeymim üssü başta olmak üzere belli mevziler mütemadiyen İdlib’deki örgütler tarafından hedef alınıyor.

***

Erdoğan, 15-20 kilometrelik kemerin oluşturulmasının ardından İdlib’teki statükonun Astana sürecinde oluşturulan anayasa komisyonuyla Cenevre’ye havale edilen siyasi çözüme kadar korunacağını ümit ediyor. Cenevre ipe un seren patikaya dönüşür de süreç uzarsa (ki aksi beklenmiyor) Rusya ve Suriye daha fazla beklemeyecektir. Burada statükonun korunması Suriye’ye müdahaleye yönelik kapının hep açık kalması anlamına da geliyor.

Türkiye’nin direne direne, eninde sonunda Rus stratejisine ortak olması kuşkusuz Suriye’deki ateşin devamından yana olan tarafları memnun etmeyecektir. Mesela dün Soçi mutabakatından hemen sonra Tartus, Hama ve Lazkiye’yi hedef alan füze saldırıları oldu. Fail muhtemelen İsrail. O yüzden Türkiye’nin cihatçı grupları korumaya dönük inadından vazgeçip Suriye’deki anormal duruma son verilmesini hızlandıracak daha radikal bir politika değişikliğine gitmesi gerekiyor.

link: Fehim Taştekin, Erdoğan eliyle tasfiye, 18 Eylül 2018, https://enternasyonalizm.org/node/225

yayın tarihi: 20 Eylül 2018