BASINDAN

‘Barış Pınarı’ yazılır ‘Arap Kemeri’ diye okunur

“Savaşta önce gerçekler ölür” demiş ABD’li General Patton.

Bugünlerde de “önce gerçeklerin öldüğü” bir süreçten geçiyoruz.

Türkiye’nin dünyası yine tersine döndü. “Savaş” demek suç, “Barış” demek tutuklanma sebebi oluyor.

Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı “Barış Pınarı” harekâtıyla ilgili çok yürekli bir çıkış yaptı:

“1974’te biz adına Barış Harekâtı desek de bu bir savaştı ve akan da kandı. Şimdi Barış Pınarı desek de akan su değil kandır.”

Hemen linç edildi Akıncı. Hatta Ankara’daki en yetkili ağız Akıncı’yı “haddini bilmemek”le suçladı.

Şaşkındı, soruyordu Akıncı:

“Barışı savunmak ne zaman suç oldu? Bu istemin suçlanıp karalanması kime ne kazandırır?”

Elbette çağımızda medeni bir memlekette “savaş istemek” suçtur, “barış istemek” en doğal haktır; ama unutmayın “medeni bir memleket”te.

İçişler Bakanı Süleyman Soylu açıkladı geçen gün:

“Barış Pınarı Harekâtı’na sosyal medyada hakaret eden 500’e yakın kişiyle ilgili gerekli tesbitleri yaptık, 121’ini gözaltına aldı arkadaşlarımız… Bunun savaş olduğunu söyleyenler bir ihanet içerisindedirler. Savaş devletle yapılır. Bu, bir teröristleri tasfiye hareketidir. Bu kadar basit.”

Bir ucunda ABD, diğer ucunda Rusya, bir yanında İran, diğer yanında Suriye ve Türkiye olacak ve Barış Pınarı Harekâtı da basit bir “teröristleri tasfiye hareketi” olacak. Yersen…

Barış Pınarı Harekâtı’nın başlamasıyla iyice akıllara ziyan duruma gelen “memleket halleri”nden CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da nasibini aldı.

Artı TV’ye yaptığı açıklamayla birlikte “Hükümetin bilmesi gerekiyor. Bu haksız bir savaştır ve Kürtlere karşı yapılan bir savaştır” mesajını paylaşan Tanrıkulu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni alenen aşağılama suçundan” soruşturma başlattığını açıkladı.

Öyle ya, hem “haksız savaş” de hem de hele hele “Kürtlere karşı yapılan bir savaş” de…

Günlerdir Tanrıkulu’na yapılan sosyal medyada trol lincine iki gün sonra savcılık da soruşturma açarak katılmış oldu.

Ama yine de Tanrıkulu’nun “Kürtlere karşı yapılan savaş” tespitinin doğru olup olmadığına tarihin ışığında bir bakalım.

Erdoğan çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı, Türkiye sınırı boyunca uzanan bölgeyi sık sık “terör koridoru” diye tanımlıyor. Sonra bu bölgeyi “terörden temizleyip” Türkiye’ye sığınan dört milyona yakın Suriyeli’nin bazen bir, bazen iki milyonunu buraya yerleştirmekten söz ediyor.

Hatta çok büyük bölümü Sunni-Arap olan bir milyon Suriyeli için yaptırmayı planladığı 150 metrekarelik bahçe içinde 250-300 metrekarelik evlerden söz ediyor.

Bir milyon Suriyeli için ev yaptırmayı planlıyor da, geri kalanlarının nerede yerleşeceğini söylemiyor. Herhalde savaşla, bombardımanla kaçırttığı Kürtlerin yerine de geri kalan bir milyon Sunni-Arap’ı yerleştirecek.

Biz bu filmi tarihte görmüştük, hatta nokta atışı yaparak söyleyelim; Suriye tarihinden görmüştük.

1960’lı yılların başında Suriye’de hızla artan Kürt nüfus, iktidarı ve Arap milliyetçilerini korkutmaktadır.

5 Ekim 1962’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Haseke vilayetini kapsayacak bir nüfus sayımı için özel bir kararname çıkartılır. Neden olarak da “Türkiye’den yasadışı olarak ülkeye gelen Kürtlerin saptanması” gösterilir.

Bu sayımda Kürtler, Suriye’ye 1945 öncesinde yerleşmiş olduklarını belgelerle kanıtlamak zorundaydılar.

Okuma yazma oranının yüzde üçlerde olduğu bölgede çoğu bunu yapamaz ve sonuç olarak 120 binden fazla Kürt vatandaşlıktan çıkartılır. Toplamda 200 bin Kürt vatandaşlıktan yoksun bırakılır.

1963’ün sonlarına doğru Haseke Emniyet Müdürü Teğmen Muhammed Talab Hilal gizli bir rapor hazırlar:
“Cezire’de alarm zilleri çalıyor ve Arap vicdanını bu bölgeyi kurtarmaya, onu tarihin yüzkarası olan tüm bu kötü insanlardan temizlemeye çağırıyor, çünkü coğrafi konumu gereği Cezire, Arap topraklarındaki diğer vilayetlerin yanı sıra tüm gelir kaynaklarını ve zenginliklerini sunmaktadır. Kürt sorunu, Kürtlerin artık örgütlenmeye başladıkları günümüzde, yalnızca Arap ulusun vücudunda çıkmış ve gelişmiş olan habis bir urdur. Bunun tek ilacı onları kesip atmaktır.”

Teğmen Hilal raporunda Suriye’nin Kürt tehlikesinden arındırılması için 12 maddeden oluşan bir eylem planı sunar. Türkiye’nin Kürtlere yönelik uygulamalarını da örnek gösterir. İşte bu 12 madden birkaç başlık:

“Kürtlerin meskun oldukları topraklardan çıkartılması… Kürtlere eğitim hakkının tanınmaması… Kürtlerin çalıştırılmasının yasaklanması… Kürt karşıtı bir ulusal propaganda kampanyası… Kürtlerin meskun oldukları topraklara milliyetçi Arap aşiretlerinin yerleştirilmesi… Türkiye sınırı boyunca bir Arap emniyet şeridinin oluşturulması… Arap olmayanlardan oy verme ve iş kurma hakkının geri alınması…”

1965 yılında bu eylem planı Suriye Hükümeti tarafından kabul edilir, ancak kadastro işlemlerinin bittiği 1973’te uygulanabilir.

Bu uygulamaya göre Suriye’nin Türkiye sınırı boyunca 375 kilometre uzunluğunda ve 15 kilometre genişliğinde bir Arap Kemeri oluşturulur.

332 Kürt köyü boşaltılır. 140 binden fazla Kürdün sınır dışı edilmesine karar verilir. Bölgeye Arap bedevileri yerleştirilir.

Hatta 1963 yılında Baas Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte bir olağanüstü hâl yasası çıkartılır. Kolluk güçlerine şüpheli gördükleri kişiyi herhangi bir tutuklama kararına gerek duymadan tutuklama yetkisi verilir. Aynı yasayla kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri Baas rejimine veya devlet başkanına karşı olanlar ile etnik-dini temelli bir grup oluşturmayı hedefleyen herkesi bu mahkemelerde yargılama ve temyiz yolu olmayan karar verme yetkisiyle donatır. Bu zulüm uygulaması 2011 yılına kadar sürer. (*)

Suriye’nin “Arap Kemeri” uygulamasının bir bölümü ne kadar tanıdık geliyor değil mi!

İşte bu yüzden “Barış Pınarı” diye yazıldığına bakmayın, çünkü bu yaşananlar “Arap Kemeri” diye okunur.


(KAYNAK: İbrahim Halil Baran/Yeni Dünyada Kürdistan’ın Geleceği ve Kürtlerin Suriye Politikası başlıklı rapor.)

link: Celal Başlangıç, ‘Barış Pınarı’ yazılır ‘Arap Kemeri’ diye okunur, 15 Ekim 2019, https://enternasyonalizm.org/node/279

yayın tarihi: 16 Ekim 2019